16 Ocak 2015 Cuma

9. SINIFLARIN EVP KAPSAMINDAKİ KOMPOZİSYONLARI




EZGİ NUR ARIKAN






İnsanlar, güçlenerek yaşamayı öğrenmelidir. Kendilerini bir amaç uğruna yenik düşmektense çalışıp, çabalayarak, hedeflerine odaklanarak kendilerini güçlü kılmayı tercih etmelidir.




Bunu şöyle düşünelim eğer ölmemişsek hala yaşıyoruz demektir. Hırs, umut gibi duyguları hissederken insan kendini zayıf hissetse bile içten içe kendini güçlü bulur. Çünkü onca acıya rağmen hala hayattaysa pes etmemiş savaşıyor demektir. İnsanlar kişiliklerinde savaşmayı sever. Kendi açılarından yaptıkları bu savaşta galip çıktıkça da güçlenir yeni sorunlarla uğraşır.




İlk kez incindiğinizde güçlü değildiniz. ’’Daha güçlü olsaydım incinmezdim.’’dememek için bu oyunu kurallarına göre oynamayı bilmelisiniz. Unutmayın ki ilk acılardan sonra birkaç kere daha incinirseniz bu sizi aptal veya salak yapmaz tam tersine bu sizi insan yapar.




‘’Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ‘’ adlı romanı esas aldığımızda hasta çocuk Nüzhet’ ten yaşça küçük olmasına rağmen daha çok acıya maruz kaldığı için Nüzhet’ e nazaran daha olgundur.




Ne kadar acı çekersek o kadar olgun olabileceğimizi düşünüyorum. Her gün bin bir türlü soruna karşılaştığımız için ve bunlara yenilmediğimiz için bu bizi mükemmel birer savaşçı kılıyor. Hayat böyle ya işte ne kadar acı o kadar güç. Ne kadar çok savaş o kadar iyi savaşçı. Hiçbir zaman pes etmeyin. Pes etmek sizi salak veya aptal yapar ama ne olursa olsun savaşın, güçlenin, acı çekin fakat asla pes etmeyin. Bizi insan yapan hatalara karşı ayakta durduğumuz gücümüzdür. İçimize kapanıp her şeye kabullenmek değil.

GÖKBERK LÜK






ÖLDÜRMEYEN ACI




Hayat zorlu bir yoldur. Karşımıza engeller çıkar. Bu engellerin çoğu bize acı çektirir. Bu acı bazılarını pes ettirir, bazılarını güçlendirir.




Kitapta bu acı çocuğun çektiği hastalıktır. Hastalığı onu çok etkiler. Ama pes etmez. Bu onu güçlendirir ve olgunlaştırır. Bu gerçek hayatta da bu böyledir. Mesela bir çocuk anne veya babasını kaybetmiş ise erken yaşta olgunlaşır, erken yaşta kendi kararlarını vermeye başlar. Dünyada buna benzer dayanılmaz acılar vardır. Ama bunları yaşamadıkça bunların ne kadar acı verdiğini anlayamayız. Bu gibi olaylarla karşılaşan birisiyle konuştuğumuzda onu anladığımızı sanırız. Ama anlayamayız. Bu çok zordur. O kişinin içinde ne kadar acı var, bu olay onu nasıl etkilemiş. Bu acıyı çekmeden bunu anlayamayız. Kitabı okurken de o çocuğun acılarını yaşamış gibi hissederiz ama bu hissettiklerimiz o çocuğun yaşadıkları yanında bir hiç kalır.




Bu acı o çocuğu öldürmedi ,tam tersi onu daha güçlü kıldı. Kendi işlerini, kendi kendine halledebildi. Kendi kendine hastaneye gidebildi. Şu an o yaşta olan çoğu çocuk bunları yapamaz.” Tecrübe acı ağacının meyvesidir.” derler. Bu sözün ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes kendine göre bir acı çekmiştir. Eğer bu acılara karşı pes etmediysek bu acı bize bir şey katmıştır ve bizi geliştirmiştir.




Kısacası acılara karşı dayanmalıyız. Dayanmaya başarırsak bu acı bizi öldürmez tam tersine daha çok hayata tutunmamızı sağlar.





İREM SUDE GEVEN






ACI GÜÇ VERİR



İnsanlar, hayatlarında çoğu zaman zorluklar yaşarlar. Bu zorlukları yaşarken hissettikleri duyguya ise acı adı verilir. Acılar insanlara yeni tecrübeler kazandırır. Çünkü hayattaki her engel size yeni şeyler öğretir, sizi güçlendirir, her darbeden yeni bir ders çıkarmanız gerekir.



Romanda da bir erkek çocuğunun hastanede ameliyatlarla geçen hayatı ve bir kıza olan duygularının yarattığı zorlukları, acıları görüyoruz ve her acının ona daha çok güç kazandırdığını anlıyoruz. 12 yaşında bir çocuğun başına gelecekleri bilerek ameliyatlara, hastalığına karşı mücadelesi bir yana bu acılara tek başına göğüs germesi onu daha güçlü kılar. Koğuşta kalırken tuttuğu anı defterinde hoşlandığı kız Nüzhet hakkında aldığı her haberde zorlanıp acı çektiğini içini, sıkıntı bastığını ve kâbuslarla uyandığını görüyoruz ama Nüzhet’ in, doktorla olan nikâhında hayır demesinin bile tutumunu değiştirmediğini anlıyoruz. Yani Nüzhet ‘e bir mektupla veya benzer bir yolla ona durumunu ve onu beklemesini söylememiş, ne kadar acı verirse versin tüm sıkıntıları içinde yaşayarak kimseye yansıtmamıştır. Bunları tek başına kaldırabiliyor olması da acının onu güçlendirdiğinin göstergesidir. Aynı şekilde hastanede gördüğü çocukların hepsinin yanında onları teselli eden aileleri varken o yalnızdı, ona - evinde bile – acıyan gözlerle bakan insanlar vardı. Her şekilde hastalığını bazı eksiklerle atlattı. Hatta bir muayeneden önce orada yatan, ameliyattan yeni çıkmış çocuklardan birinin berbat görüntüsüne bile yeterince dayanıklı kalmıştı. Bunlar da, öldürmeyen acı güçlendirir, sözünü tamamıyla karşılayan bir karaktere sahip olduğunun göstergesidir.



Yani, yaşamımız boyunca bizi yıkan şeylerin acı olmasıyla birlikte bize ayakta kalma gücü veren de acılardan öğrendiklerimizdir.



NAZ AKKOYUN






HİÇBİR ZAMAN VAZGEÇMEYELİM



Hepimiz hayatımız boyunca bir takım zorluklarla karşılaşırız. Bunların kimisini kolayca aşabilirken, kimilerinde zorlanırız, kimilerinde de başarısız oluruz. Bu zorlukların bir kısmı bedensel gücümüzle, bir kısmı da zihinsel yeteneklerimizle ilgilidir. ‘Bizi öldürmeyen şey güçlendirir’ sözünün gerçekte anlatmaya çalıştığı bence şudur ki; önümüze çıkan zorluklar karşısında geri adım atmayıp, onları aşmak için çabalamak bizim o konuda kendimizi geliştirmemizi sağlar. Bu şekilde deneyimimiz artar ve benzer bir zorlukla karşılaştığımızda daha kolay başa çıkabiliriz. Bütün bu deneyimler bir araya geldiğinde ise onların, bizi bir birey olarak yaşayacağımız hayata hazırlayan yapı taşları olduklarını fark ederiz.


Bunu örneklerle açıklamak gerekirse: Bir asker ya da askeri birlik için yaptıkları talim ve tatbikatlar ileride başlarına gelebilecek herhangi bir çatışma durumunda hayatta kalma şanslarını yükseltecektir.


Bir öğrenci için ders dinlemek, ders çalışmak ve ödev yapmak asıl zorluk olan sınavla başa çıkabilmemizi kolaylaştırır. Bunun sonucunda da o dersin içerdiği konuyu öğrenmiş oluruz ve aynı konu ile ilgili diğer problemler için de daha hazırlıklı oluruz.


Bir sporcu için asıl zorluk çıkacağı maçtır ama o maç öncesinde defalarca kez antrenman yapar. Çünkü kendisini öldürmeyen o zorluklar maç sırasında o sporcuyu kuvvetlendirecektir.


Bir çok hastalıktan korunmak için aşı yaptırırız. Çünkü aşı dozunda bizi öldürmeyen o zorluk asıl hastalık karşısında bizi güçlendirecektir.


Okuduğumuz kitapta da buna örnek olarak romanın kahramanı olan hasta çocuğun çektiği acılar onu bu uzun ve zorlu ameliyatlara itmiş fakat bunlara göğüs germesi sonucunda acısından kurtulmuş.






ONAT BİNGÖL



ÖLDÜRMEYEN ACI GEREÇEKTEN GÜCLENDİRİR Mİ?







Çektiğimiz
acılar sıkıntılar bizleri öldürmüyor ancak üzerimizdeki hakimiyetini kaybetmişse gerçekten güçlü olmamızı sağlar mı, yoksa bu ifade acıları iyimser kılmak için mi geçerli?



Öldürmeyen acılar güçlendiriyor mu yoksa bizleri pof poflayarak hayata mı hazırlıyor? Diyelim ki, birisi hakaret etti, haksızlığa uğradık ve incindik, kırıldık acı çektik, sonuç itibarı ile de ölmedik hayattayız, çektiğimiz sıkıntılar bizleri güçlendirdi mi? Bu gücü nasıl kazandık, güçlü olduğumuzu nasıl ispat edeceğiz peki, biz de birilerine hakaret ederek mi, ispat edeceğiz gücümüzü?



Aslında bu söz
Friedrich Wilhelm Nietzsche tarafından söylenmiş ve sözün asılı “Beni öldürmeyen , beni güçlendirir” dir. Aslında bu sözde anlatılmak istenen şey insana zarar veren ama yenemeyen her şey insanı bir sonraki şeye hazırlar ve daha güçlü kılardır. Bu olay aslında insanın beyninde biten bir olaydır. Eğer insanlar olaylar karşısında güçlüce kalabilirse giderek olayın üstesinden gelir ve psikolojik olarak güçlendiğini hisseder. Ama eğer bir olay karşısında birey kendini çok yıpratır ve moralini bozarsa o birey hem psikolojik olarak hem de kişilik olarak düşer.



Örneğin bir yakınınızı kaybettiğinizde (Allah korurusun) bu olayı ilk duyduğumuzda üzülürsün moral olarak düşersin yıkılırsın ama gün geçtikçe buna alışırsın her ne kadar üzülsekte bi süreden sonra buna alışmamız gerektiğini anlar ve hayata devam ederiz ve diğer başka olaylar karşısında sağlam durabiliriz. Çünkü bu tür bir olay başımızdan geçti ve neler olduğunu ve olacağını tahmin edebiliyorsun.



Bu nedenlerden dolayı öldürmeyen acı güçlendirir kelimesi doğru ve anlamlıdır.








ORHAN SAKARYA






ÖLDÜRMEYEN ACI GÜÇLENDİRİR



Çektiğimiz zorluklar yaşadığımız olaylar bizi gerçekten güçlendirir mi? Aslında benim bu sözde anladığım şey insana zarar veren ama onu yenemeyen her şey insanı bir sonraki olaya hazırlar daha dayanıklı durmasını sağlar.



Peki ya bu acılar bizi güçlendiriyor mu yoksa hayata bizi mi alıştırıyor? Bu sorunun cevabı iki seçenek de olabilir ama kişiden kişiye de değişebilir. X kişisi başına gelen kötü bir olaydan ders çıkartıp tekrar olmaması için uğraşırken yani o olaya karşı tedbir alırken y kişisi ise bu kötü olayı unutup maziye hapsedebilir. Hiç kendinize sorunuz mu acı çekmeyen insan var mı diye? Tatbiki her birimizin küçük büyük birçok acıyla karşı karşıya geldiği olmuştur. Kimi bir yakının hastalık haberinden, kimi çok sevdiği birinin ölüm haberinden zaman zaman acı çektiği anlar olmuştur. Olayı duyduğumuz ilk anki çektiğimiz acıyla birkaç hafta ya da birkaç ay sonra bu acıların hafiflediğini bu acılara karşı dayanıklı olduğumuzu hissederiz. Bu doğanın kanunudur. Eğer acıları zamanla utmasaydık etrafımızda mutlu insan sayısı kaç olurdu? Bence bu konu çok tartışmaya açık değildir çünkü herkesin kendince çektiği acılar vardır ve zamanla bu acılar diner.



İçimizdeki acıyı kapatmak için beynimiz sürekli olarak bizi uyarır ve içimizden daha güçlü bir benlik çıkarır. Her insan acıların üstesinden gelmeyi er geç öğrenir. Bunu başaramayanların psikolojileri bozulur, başaranlar ise güçlenerek hayatlarına devem ederler.






ÖYKÜ İLASLAN





Acılar



Acı , bizi ayakta tutan en büyük şeydir bence. Acılar olmasa, zorluklar olmasa ne anlarız ki yaşamaktan?Nasıl güçleniriz zorluklara karşı?



“Öldürmeyen acı güçlendirir.” sözü bence tamamen doğru söylenmiş bir sözdür. Çünkü biz acılar çekersek, zorluklar yaşarsak artık o acıya karşı dirençli hale gelmiş oluruz. Bir daha yaşarsak daha kolay baş ederiz bu zorluklarla. Mesela “9. Hariciye Koğuşu”kitabından bir örnek vermem gerekirse, yazar sürekli bacağından sıkıntı çekiyor. Sürekli doktorlara gidiyor. Sürekli sıkıntı içinde. Her gidişinde aynı işlem yapılıyor, tampon takılıyor, pansuman yapılıyor, gazlı bez çıkarılıyor... Ama o her gidişinde buna dayanıyor. Çünkü buna alışmış artık. Her gidişinde biraz daha deneyimleniyor. Biraz daha güçleniyor. Böylece gelecek acılara karşı dayanıklı hale geliyor. Bu acı onu öldürmeyen ama her seferinde biraz daha güçlendiren bir acı. Günlük hayattan örnek vermek gerekirse, biz sınavlara girdiğimizde ölmüyoruz ama deneyimli hale geliyoruz. Yani güçleniyoruz, bilgileniyoruz. Yani sınavlar bizi güçlendirip asıl önemli sınavlara hazırlıyor. Mesela başka bir örnek de kanser hastalarının sürekli mücadele etmesi. Kanser hastaları ilaçlar kullanıyorlar.Bu ilaçları kullanırken ,mesela kemoterapi, acılar çekiyorlar, pes etmiyorlar. Mücadele ediyorlar. Bu ilaçların kullanımı bittiğinde ise artık sağlıklarına kavuşuyorlar. Yani ilaçlar onları güçlendirip hayata bağlıyor. Bu örneklerden anlayabileceğimiz üzere acılar bizi mutluluğa götüren dikenli yollar. Bu yollar yani acılar olmasa mutluluğa ulaşmamız, mutluluğu fark etmemiz imkansızdır.



Kısacası, biz acı çekmesek, zor zamanlardan geçmesek asla güçlenemez, mutluluğu fark edemeyiz. Her zorlukta tökezleriz. Güzel günler göremeyiz.









ÖZGÜR ARTOK






Acısa da Öldürmez



Yazarın küçüklüğünden beri bacağı ile olan bir hastalığı vardır.Hastalığının kötü olmasına rağmen bunun ciddiyetini ailesinden saklamış ayrıca bu hastalığın çektirdiği acı ona yaşından olgun davranmasına sebep olmuştur.



Bir gün yazar hastaneye kontrol için gittiğinde bacağının durumunun kötü olduğunu ve ameliyat olması gerektiğini öğrenmiştir.Yazar annesine kendi doktoruna gidip ona gözükmesi gerektiğini ifade eder.Ertesi gün yazar önce Paşa'ya gider.Paşanın uzaktan akrabası olan yazar küçüklüğünden beri onla konuşur.Nüzhet Paşa'nın kızıdır ve yazar Nüzhet'ten hoşlanmaktadır.Bir gün yazar hastalığından dolayı acı içinde yatakta kıvranırken Nüzhet eve gelir.Derin bir sohbete başlarlar.Sohbet ederlerken yazar birden Nüzhet'i öper ve Nüzhet evden ayrılır.Sabah uyandığında yazar doktora gider fakat doktor meşgul olduğundan dolayı tam olarak görüşemezler.Köşke döndüğünde Nüzhet'in Doktor Ragıp ile aralarında bir ilişki olduğunu öğrenir ve morali bozulur.Bir kaç hafta geçtikten sonra yazar evine döner fakat ağrıları daha da kötü olmaya başlar.Fakülteye gittiklerinde operatör yazarın bacağının kesilmesi gerektiğini söyler.Yazar 3 aylık bir süre için Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır.Burası onun için aynı bir hapishane gibi gelir ve çoğu gün korkudan bağırır. Ameliyat günü gelir ve bacağı ameliyatla birlikte alınır.



Hastaneden taburcu edileceği gün Nüzhet'in Doktor Ragıp ile nişanlanacağını öğrenir.Yazar acılar içinde annesi,Mithat Bey ve arkadaşı tarafından hastaneden taburcu ederler.Yazarın küçüklüğünden şimdiye kadar çektiği acılar onu daha da olgun yapmış hayata karşı güçlendirmiştir.









SU BITIL






Her acı bir deneyimdir ve bazı şeyleri görmemizi sağlar. İnsanlar hata yapabilirler ve bazen bu hatalar acılarla sonlanabilir. Bu acılardan ders çıkarırız ve daha sonra başka benzer bir durumda bunu yapmamaya özen gösteririz. Zaten bir hata iki kere yapılmaz, ikincisinde bu hata değil tercih olur. Her hatada yara aldığımız kadar güçleniriz çünkü hayatta acılarla sınanırız ve en iyi acılarla öğreniriz. Çünkü insanları dinleyerek bir yere kadar öğrenebiliriz. En iyi öğrenme şekli bir şeyleri tecrübe edinip yaşamaktır. O zaman o olayla ilgili sonuçları daha iyi öğrenir o konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olabiliriz. Tecrübe ve yapılan hatalar insanların kişisel özellikleri ve onları tanımamıza yardımcı olur. Bu sayede olaylara ve kişilere karşı daha tedbirli yaklaşarak aynı hataya düşüp daha sonra aynı acıları çekmeyiz. Deneyimlerimiz bizi güçlü kılar ve böylelikle zor durumlar karşısında onlardan güç alarak daha kolay bir şekilde olayları halledebiliriz. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı kitabımızdan da örnek verecek olursam ana karakter artık yaşadığı hem fiziksel hem de duygusal acılara alışmıştır. Hatalarımızdan ders çıkartmazsak daha fazla üzülebiliriz. Tabii ki her zaman hata yaparak değil görerek ve dinleyerek de öğrenebiliriz. Aslında önemli olan nasıl öğrendiğimiz değil olaylardan ders çıkartabilmek ve aynı acıları tekrar yaşamamak için aynı hataları yapmamamız gerektiğini öğrenmemizdir. Yani kısaca öldürmeyen acı güçlendirir.






ŞEVVAL TURAN
















- SADAKAT -















Sadakat, insan yaşamında özgürlüğü kısıtlamaz. Günümüzde sadakat güçsüzlük veya özgürlüğün kısıtlanması olarak adlandırılsa bile, objektif bir gözle bakıldığı zaman, aslında hiç kötü bir şey değil.






Sadakat, iki insanın birbirine verebileceği en güzel hediyedir. Sadakat olmazsa, ihanet kaçınılmazdır. Sadakat, kişinin başka bir kişiye gösterdiği vefadır. Ve ayrıca sadakat, kişinin karşısındaki insana duyduğu sevgiyle doğru orantılıdır.






Sadakat bir duygu değil, alınmış bir karardır. Yani eğer özgürlüğü kısıtladığını düşünsek bile, en fazla kendimizi suçlamış oluruz. Sadakat bir erdemdir, kişiye verilen değeri gösterir. Her şeyin ışık hızında yaşandığı bu dünyada, hayatımızı asıl basitleştiren sadakatsizliktir. Eksikliği karşıdaki insana güvensizlikle sonuçlanır, ki bunun da sebebi aslında yine kendimizi korumak istememizdir. “Kendine güvenmiyorsan başkasına da güvenme.” Şeklinde işleyen bir mekanizması vardır. Fakat işe yaramaz. Sadakatsizlik, paranoyalar üzerine kurulmuş berbat ilişkiler yaşatır insana, mutlu edemez ve mutlu olamazlar.






Sadakat, temiz bir vicdanı beraberinde getirir, insan umutsuzluğa düşerse bu durumdayken; zaman zaman canının yandığını, yalnız kaldığını hissetse de,kazandığı tertemiz bir ruh vardır. Sadakat bir güçtür. İradesizliğin en güzel tamamlayıcısıdır aslında. Birazcık iradesiz bir yapınız varsa, birazcık meyilliyseniz sağa sola o zaman en ufak bir tetiklemede sadakatsizsinizdir. "Ben istediğim şeyi yapıyorum, mutluyum." diye kandırabilirsiniz kendinizi, "İçim rahat benim." diyebilirsiniz kendi kendinize, ama derinlerde bir yerlerde öyle olmadığını, iradesiz, güçsüz olduğunuzu bilirsiniz.






Sadakat her daim bağlılıktır. Olması gereken şeydir.













YAREN HÜMEYRA ÇEVİK



SADAKAT



Sadakatin çok yönlü anlamı vardır. Bir tek duygu veya birkaç duyguyla ifade edilmesi mümkün değildir. İnsanı hedeflerine ulaştıran esas güç aslında kişilerin sadakatiyle alakalıdır.



Her insanda bir aidiyet duygusu vardır ve sadakat; insanın ait olduğu doğrulara bağlanması; o doğrulara göre yaşaması ve bağlandığı doğrulara karşı yerine getirmesi gereken sorumluluklarıdır. Sadakat asla bir kimsenin yaşama özgürlüğünü ya da yaşamını kısıtlamaz; tam tersi mutlak özgürlük sunar. Çünkü; sahip olduğu değerler, bir kimse veya topluluğa ait değildir ; herkesindir.İnsan sahip olduğu değerlerle kendini ifade eder, benliğini, davranışlarını şekillendirir. Mesela vatana, millete ya da devlete olan sadakati ele alalım; bu değerlere sahip olan insanlar vatanı, milleti ve devleti için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır. Örneğin yedi yaşına gelmiş çocuklar yararlı bireyler olmak için okula gitmeye başlarlar, çiftçiler ellerinden geldiğince en iyi ürünü yetiştirip devlet ekonomisine katkıda bulunmaya çalışırlar, öğretmenler bildiklerini öğrencilerine en yararlı ve en doğru biçimde aktarırlar ya da en basitinden yolda yürüyen bir vatandaş elindeki çöpü yere atmak yerine oralarda bulunan çöp kutularına atarlar. İşte bunların hiçbiri bizim yaşamımızı veya özgürlüğümüzü engellemez hatta bırakın engellemeyi bizlerin doğru davranışlar sergileyen vatandaşlar haline gelmemizi sağlarlar. Eğer örnekleri çoğaltmak istersek; bir gencin ailesine olan sadakatini verebiliriz. Genellikle insanlar ergenlik dönemlerinde yani genç olmaya başladıklarında bazı doğruları, değerleri, gereksiz ya da saçma bulabiliyorlar. Aslında bunun asıl nedeni daha tam bir sadakat duygusuna sahip olmamalarıdır. Ancak kendi bildiklerini okuyup; hataya düştüklerinde, pişman olurlar ve yaptıkları hatanın farkına varıp, belki bir suçluluk duygusuyla derslerini alır ve büyüklerine, ailesine, tam bir sadakatle bağlanırlar. Onların dediklerinin kendisi için en iyisi olduğuna inanır ve onlara bağlanırlar. Bu belki bazıları için bir engel ya da kısıtlama gibi düşünülse de aslında hiç de öyle bir şey değildir. Tam tersi sadece doğru bir yönlendiriliştir.



Bütün bu verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi; sadakat insan yaşamını ve özgürlüğünü engellemez. Hatta sadakat sahibi olan insanlar mutlak özgürlüğe ulaşmış insanlardır da denebilir.





























































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder