20 Ocak 2015 Salı

Bu Ay Kitaplardan Uyarlanan Filmler - itaplar sinema filmlerine uyarlanıyor. Bizim de haliyle karmaşık duygularımız oluyor. Bazen, sevdiğimiz bir roman sinema filmine uyarlandığında, karakterlere gerçek hayattan karakterler ve kişilikler verildiği zaman hoşumuza gidiyor.

  Kitaplar sinema filmlerine uyarlanıyor. Bizim de haliyle karmaşık duygularımız oluyor. Bazen, sevdiğimiz bir roman sinema filmine uyarlandığında, karakterlere gerçek hayattan karakterler ve kişilikler verildiği zaman hoşumuza gidiyor. Fakat bazen de, oyuncu seçiminde bizim hayallerimizde yatan oyuncular yer almadığında ya da karakterler kitaba göre değil de, senaryoya göre gelişim gösterdiğinde suratımız ekşiyor. En kötüsü de, bazı filmler uyarlandığı kitaptan alakasız bir sonla bitiyor.Ama hala içimizde en sevdiğimiz kitapların en sevdiğimiz filmlere dönüşme umudunu taşıyoruz. Eğer siz de ilk önce kitabı okuyup daha sonra filmi izlemeyi sevenlerdenseniz bu ayın romandan uyarlanan filmlerine bakmalısınız.

1. Still Alice - Lisa Genova


Still Alice - Lisa Genova
Oyuncular: Julianne Moore, Alec Baldwin, Kristen Stewart, Kate Bosworth
Vizyon Tarihi: 16 Ocak 2015
Hem yürek parçalayan hem de ilham veren öyküsüyle Still Alice, üç çocuk annesi, Harvard'da başarılı bir profesör olan Alice Howland'in Alzheimer başlangıcı tanımıyla başlayan hayatının öyküsünü anlatmaktadır. Hastalığın safhaları ilerledikçe, Alice'in verdiği yaşam mücadelesi de artmaktadır. 


2. A Bear Called Paddington - Michael Bond

A Bear Called Paddington - Michael Bond
Oyuncular: Nicole Kidman, Hugh Bonneville, Sally Hawkins, Julie Walters
Vizyon Tarihi: 16 Ocak 2015
 Film, Londra tren istasyonunda genç bir İngiliz çocukla arkadaş olan bir Peru ayısının hayatını anlatıyor.  
Not: Filmin ismi Paddington olacak.


3. American Sniper - Chris Kyle

American Sniper - Chris Kyle
Oyuncular: Bradley Cooper, Sienna Miller, Luke Grimes
Vizyon Tarihi: 16 Ocak 2015
Eğer biyografik filmleri ya da güçlü askeri hikayeleri seviyorsanız, bu kitap tam size göre. Amerikan askeri tarihinde 150 ölümle rekoru elinde tutan keskin nişancı SEAL komutanı Chris Kyle'ın otobiyografik yaşam öyküsünü anlatıyor. 

17 Ocak 2015 Cumartesi

9. SINIFLARIN EVP KAPSAMINDAKİ KOMPOZİSYONLARI



ADEM BULUÇ 


 GÜN OLUR ASRA BEDEL’İN DEĞERLENDİRMESİ

Akıcı bir üsluba sahip olan Aytmatov, olayları adeta bir zincir halkası gibi ardı ardına bağlayarak akan bir su gibi anlatmıştır. Dili son derece sade ve açıktır. Bu nedenle okuyucu, onun eserlerini eline aldığında, kitabın kalınlığına bakmadan, kitabı elinden bırakmak istememektedir. Bir an önce eseri bitirip sonuca ulaşmak istemektedir.Buda kitabın ne kadar etkileyici olduğunu göstermektedir.
Kitaptaki olaylar genelde küçük kasaba hayatını anlatmakta ve karakter’ler çok gerçekçi durmaktadır. Ancak kitapta geçen uzay üssü ile ilgili bölümler romana biraz bilim kurgu havası katmaktadır ve bundan dolayı kitap daha da ilgi çekmektedir.
Kitabın başlığı gün olur asra bedel yerine gün olur ömre bedel olabilirdi bence.Daha farklı başlıklar da olabilirdi.
Bu kitaptaki Yedigey gerçektende karekter olarak çok iyi bir insan.Günümüze boyle insanların olması lazım. 
Gerçekten de kitap çok güzel olmuş.Cengiz Aytmatov’a teşekkür etmek lazım.Bu kitapta insan ders çıkartmalı bence.Çünkü günümüzle hemen hemen aynı ve Dünyamızı nasıl güzelleştirmemiz için bilgiler var.Mesela herkes Yedigey gibi olsa hayatımız sorunsuz geçer.
Aytmatov, romanında ,geçmişin efsaneleriyle geleceğin bilim kurgusunu harmanladığı çok güzel bir teknik uygulamıştır. Kesinlikle okunması gereken, insanı içine çeken hoş bir üslupa sahip aytmatov romanı.
Romanda adı geçen herkesin eşit roman kahramanı olduğu güzel kitap . Bozkırda yaşanan hayat ve uzay istasyonunda gelişen olaylar çok güzel birleştirilmiştir. Bazı yerlerde gözlerin dolmasına sebep olur ve özellikle vefa nedir` in tanımı güzel anlatılmıştır. Ancak yedigey karakterini sorgulamadan da yapamaz insan.
Kesinlikle okunması gereken bir kitap. mankurtlaşmanın hazin hikâyesi... Yüzlerce sene Sovyet zulmünden sonra dinlerini bile unutan bir avuç insancık... Bozkırların özeği sarı özekte geçen sımsıcak bir insan öyküsü...

ARDA COŞKUN 

Cengiz Aytmatov Gün Olur Asra Bedel adlı kitabın da; Eşitlik ,adalete güven ve kimsenin kimseden üstün olmadığını anlatmak istemiştir.Aytmatov eski dönemlerdeki zorlukların daha fazla olduğunu günümüzde ise bu zorlukların kolaylaşmış olduklarını ,akıcı ,sade ve yalın bir dille okuyucuyu yormadan ve sürükleyici bir anlatımla kaleme almıştır.
Cengiz Aytmatov kitabın okuyucu tarafından daha iyi anlasilabilmesi için,kitabın konusuna odaklanmış ve konuya yaklaşımı gayet mükemmel ve anlaşılır.
Aytmatov kitabında olayları birbirine bağlayarak anlatmış.Anlatım dili gayet açık ve sade,buda okuyucunun kitabi elinden bırakmak istememesini sağlamıştır.
Aytmatov hayatın zorluklarına göğüs geren ve kimsenin yaşamak istemediği çorak ve verimsiz arazilerde calisan Kırgız insanın yaşamını anlatırken,Kırgız geleneklerinin yaşam biçimlerini hayat tarzlarini,ve ülkenin coğrafi özelliklerini en güzel bir biçimde anlatmıştır.
Yazar Cengiz Aytmatov mücadelenin ve insanın kendine güveninin ne kadar değerli oldugunu iktidarin baskısının ekonomik ve kültürel yozlaşma yaptırmak istesede ,insanın umudunun ve çabasının ve ADALET isteyen bir insanın mucadelesinin basarilarini gostermistir.
Baskı zulum ve esarete karşı umudun gücünü ve direnenlerin kazanacağını anlatıyor..Romanın kahramanı Yedigey Cangeldin'in cepheden döndükten sonraki yaşamını bütünlük içinde anlatır.Aşklar, efsaneler anlatilirken bence günümüz dünyasini anlatmıştır. Bu günde dünyamızda insanlarımızı çeşitli yalanlarla beyinlerini yıkayarak bir zulüm ve kaos ortamı yaratılmak istenilmektedir.



BARAN RÜZGAR

''Öldürmeyen acı güçlendirir.'' Friedrich Nietzche'nin ünlü sözüdür.Hatta Nazi komutanlarının bu sözü askerlere devamlı söylediği rivayeti de vardır. Bu kitapta da İşlenen konu
budur.Yazarın hayat karşısında karşılaştığı zorluklar ona yılmamayı öğretmiştir.Bu söz çoğu insan tarafından saçma bulunsa da bence çok yerinde bir sözdür.Şüphesiz ki
insanların hayat karşısında karşılaştıkları sorunlar ve zorluklar onları bir nebzede olsa güçlendirmiştir.Ve hayatta daha dayanıklı bir birey olmasını sağlamıştır.Peyami Safa
romanında birinci tekil şahıs anlatım kullanmıştır.Romanın bir diğer özelliği ise ''otobiyografik roman'' olmasıdır.Kitabın konusu :
Yoksul ve dizinden ciddi rahatsız 15 yaşında bir çocuğun kendisinden 4 yaş büyük bir kıza aşık olması ama beraberliğe dönüşemeyen bu aşkın verdiği sıkıntıdan dolayı
dizindeki rahatsızlığın artması romanın konusunu oluşturur.Okuyucu romandaki diğer şahısları ve yaşanan olayları anlatıcı konumundaki hasta çocuğun zihninden kısıtlı
bir bakış açısıyla takip eder.Peyami Safa kitabını zor ama bir o kadar güzel yorumlamış kısıtlı ve net cümleler kurarak kitabı oluşturmuş.Kitabın ana fikri ise:
''Bize söylenen öğütleri düşünmeli ve o öğütleri dikkate alarak hareket etmeliyiz hayallerimizin getirdiği mutluluğa fazla kapılmamalıyız aksi takdirde kaybeden kendimiz oluruz.''
Kitapta bahsi geçen şahıslar ise :
Hasta Çocuk: Dizinde ciddi bir rahatsızlığı olan yoksul ve hayalleri peşinde koşan hayalci birisi
Nuhzet : Oldukça hareketli olan yaşam dolu ve iyi bir insan
Paşa: Nuzhetin babası iyi niyetli yardım sever ve sözünü tutan birisi
Yengesi :Kızının iyiliğini düşünen bir anne
Doktor Ragıp: Bakımlı yakışıklı ve kültürlü bir doktor
Operatör : İnsanlara faydalı olmaya çalışan bir insan
Doktor Mithat: Hasta Çocuğun doktoru
Yazarın İsmi : Peyami Safa
Kitabın İsmi : Dokuzuncu Hariciye Koğuşu



BERK GELENER
Romanın baş kahramanı olan Yedigey, cepheden döndükten sonra kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda bir iş bulur. İstasyonda tanık olduğu olaylar, gerçekte bir siyasi rejimin çökmesinin nedenidir.
Yedigey’in çok eski ve yakın arkadaşı olan Kazangap ölür. Onun için bir cenaze töreni düzenlerler. Bu törene Kazangap’ın şehirde oturan oğlu ve kızını da çağırırlar. Kazangap’ın cenazesini mezarına götürürken, Yedigey kendisinin ve milletinin geçmişini, bir bir gözlerinin önünden geçirir. O gün asra bedel bir gün olur. Sevdikleri kişinin cenazesini Naymanların kutsal mezarlığına götürdükleri zaman orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler ve cenazenin gömülmesine izin vermezler. Öte yandan Rus-Amerikan ortak araştırması sonunda kozmonotlar, uygarlık düzeyi çok yüksek bir gezegen keşfeder. Bu gezegende yaşayanlar dünyalılarla ilişki kurmak isterler. Fakat daha yüksek bir uygarlığı, daha iyi bir yönetimi kendileri için zararlı gören dünyalı yöneticiler bu isteği reddederler.
3. Romanın ana fikri:
Kitabın yazarı anlatımıyla insanları mankurt olmaktan kurtarma mesajını insanlara aktarıyor.
4. Romandaki olayların ve şahısların değerlendirilmesi:
Kitaptaki olaylar küçük bir kasabada geçiyor ve karakterler çok gerçekçidir. Ama kitapta geçen uzay üssü ile ilgili bölümler bence romanı basitleştirmektedir. Kişiler;
Yedigey: Romanın baş kahramanıdır. Savaşmış geleneklerine bağlı önder bir kişiliği vardır.
Ukubala: Kocasını seven artık yaşlılığı iyiden iyiye hisseden yardımsever bir kadındır.
Kazangap: Yedigey’in yakın ve çok eski bir arkadaşıdır. Köye yerleşmesinde ve işi bulmasında büyük katkısı vardır.
Adîlbay: Yedigey’in birlikte çalıştığı arkadaşlarından biridir. Huzurlu bir evi olan iyi niyetli bir kişidir.
Sabitcan: Kazangap’ın oğludur. Küçük yaşlardan itiba­ren Sovyet yatılı okullarında okumuş, değerlere inanmayan, menfaatperest, acımasız, “mankurt” bir kişidir. Kendisini dev­letin üst düzey yöneticilerinden biri gibi gösteren, hayırsız bir evlattır.
Ayzade: Kazangap’ın kızıdır. Sarhoş kocasından sürekli dayak yer.
Ukubala: Yedigey’in sadık ve her derdi onunla payla­şan karışıdır.
5. Roman hakkında şahsi görüşler:
Bir rejimin baskısında yaşamaya çalışan ve kültürel değerlerini kaybetmeye yüz tutmuş bir köyde geleneklerine bağlı bir insanın çabalamasını görüyorum.




BEYZA NUR

Bütün o zor şartlara rağmen hayata tutunmaya çalışan insanlar günümüzde monoton geçmesinden sıkılanlar bence bu kitabi okumalı küçük şeylerle mutlu olabilmenin anlatıldığı bir kitap bence .Cengiz Aytmatov bu kitapla gerçeği yansıtmaya çalışmış. Kitabın en şöhretli bölümü mankurt efsanesi bölümüydü bence.Okumadan önce önyargıyla yaklaşmıştım ama öyle değilmiş gayet anlamlı ve güzel bir kitapmış.Geçmişini ve gelenek Göreneklerini unutanlar bu kitabı okumalarını tavsiye ediyorum.Başta çok sıkıcı geliyordu ama sonradan kitabi anlamaya başladım.Ama kısaca konusu yedigeyin dostuna olan sevgisi ,ailesine olan davranışları , aşkıdır.Çok etkileyici ve anlamlı bir kitaptı.Anlatmak istedikleri bakımından çok iyi bir kitap. Teşekkürler Ayben Hocam.



SİNEM TAŞTAN Okuduğum “Gün olur asra bedel” romanının geçtiği ülkede insanlar arasında çok büyük ayrımlar vardı. Amerika ve Rusya’nın politikaları sonucu insanlar mağdur olmuşlar. İnsanların mezarlarının olduğu yere yani manevi olarak çok önemli bir yere tel çekilip orada bulunan mezarlar ve yakınları yok sayılmıştır ve üzerine şehir yapılması planlanmıştır. Bu geride kalan insanları çaresiz bırakmış ve onları çok üzmüştür. Ana Beyit mezarlığına gömülmeyi vasiyet eden Kazangap’ın isteğini yerine getirmeye çalışan Yedigey ne kadar uğraşsada arkadaşının bu isteğini yerine getirememiştir. Çünkü onlar sıradan bir köyün insanlarıdır. Ayrıcalıklı olmadıkları için de isteklerinin yetkililer için hiçbir önemi yoktur. Ve sonuç olarakta zaten Kazangap’ın isteği yerine gelmez ve onun sadık dostu olan Yedigey de bu uğurda yaşamını yitirir. Romanda “Mankurt” adı verilen ve çok ağır işkencelere uğramış insanlardan bahsediliyor. Bu kişiler insanlık dışı şekilde muamele görüyor. Sonuçta öz annesini bile tanımayacak hale getirilip kölesi olduğu kişiden gelen emirle de annesini öldürüyor. Eğer o ülkede adalet olsaydı ne mankurt denen köleler olur ne de insanların mezarlarının üzerine bir şehir kurulurdu. Tamamen insanların haklarını yok sayan ve arada sınıf ayrımı yapan adaletsiz bir şekilde insanlar yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Eğer bir toplumda tüm insanlar adalete inanır ve bu kurallara göre yaşarlarsa kimse kimseden daha fazla bir kazanım elde edemez eşit ve birbirlerine saygılı bir şekilde yaşarlar. Tıpkı romanda bahsedilen uzaylılar gibi…



DOĞA ÖZTUTAR

Cengiz Aytmatov, bu romanda Sovyet rejimindeki bozulmayı ve çöküşü anlatmaktadır. Yazar bu eserde insanlara 'İnsanları mankurt olmaktan kurtaralım' mesajı veriyor. Bu kitapta yazar amacını belirtiyor. Genel olarak, Cengiz Ayt­matov, mankurt efsanesi ışığında Rusya rejimi sırasında dini­ni, dilini, ailesini unutan bir nesli gözler önüne sermektedir. Yazar romanda sıradan bir yaşamdan, ulusal ve toplumsal sorunlara gönderme yapar. Yedigey yani başkahraman, arkadaşına değer veren, dinini,soyunu, geleneklerini unutmayan ender kişilerden olarak, Kazangap, romanın başında ölen, Yedigey'in uzun yıllardır dostu olarak, Sabitcan Kazangap'ın hayırsız oğlu, Ayzade Kazangap'ın sarhoş kocasından dayak yiyen kızı, Adilbay Yedigeyin birlikte çalıştığı arkadaşlarından ve huzurlu bir evi olan biri, Ukubala ise Yedigey'in karısı olarak tanıtılıyor. Yazarın yorumları mantıklı ve tutarlı. İşlediği konuyu okuyucuya aktarırken uzayla ilgili ve Yedigey'le ilgili olaylara geçerken biraz bulanıklaştırmış. O kısımları biraz daha net ve anlaşılabilir olabilirdi. Yine de kitaptaki olayların sıralamaları ve anlatımları genel olarak güzel. Yazar konuyu anlamamıza yardımcı oldu. Aslında uzaylılar ve başka bir gezegende hayat olması bayağı saçma olmuş. Kitap bize güzel bir mesaj veriyor aslında. Mankurt olmaktan kurtarıyor bizi. Mankurt, geçmişini ve geleneklerini unutanlara deniyor. Bu yüzden kitabı okumalıyız.
YAĞMUR GÖK 

Bu romanda,sıradan bir yaşamdan,ulusal ve toplumsal sorunlara gönderme yapar. Gün Olur Asra Bedel diktatörlüğe karşı eleştirel bir bakış açısı getirir. Sistemin yozlaşmış hali üstü kapalı bir şekilde eleştirilir. Romanda geçen Orman Göğsü gezegeni aslında yazarın yaratmak istediği bir yaşayış biçimidir. Aytmatov,eserde "İnsanları mankurt olmaktan kurtaralım"mesajları vermektedir. Herkes adalete güvenmeli ve ondan yararlanmalıdır,hiç kimseye üstünlük tanınmamalıdır. Adalet,var olmanın temelidir. Yaşayan herkes bağımsız yargıya güvenmelidir. Varlığımızı sürdürmek istiyorsak adalete inanmak zorundayız. Adaletin temeli hak edene hak ettiğini vermektir. Eşitliği sağlamak kolaydır fakat yürütmek zordur. Bana göre eşitlik esasında adalet değildir. Adalet hakkı ve bireyi,eşitlik ise sadece kişiyi korur. Toplumsal eşitlik yani adalet bir şeyi oluşturma sürecine herkesi katabilmek ve sonra da herkesin hak ettiğine göre pay vermektir. Bu hem gerçek eşitlik hem de adalettir. Adalete duyulan güven insanları rahatlatır. Aksi durumda insanlar çıkmaza sürüklenir. Adalete güven azalıyorsa toplumda kopmalar başlar. Unutulmamalıdır ki,adalet bir gün herkese lazım olur. Hukuk kuralları herkese eşit uzaklıkta,objektif olmalıdır. Güvenilmeyen,halk tarından yargılanan adalet,adalet değildir.



ELİF EZGİ BULUT 

Kitapta Ana-Beyit mezarlığın isminin geldiği yerin bir anne ile oğlunun yaşantısıyla ilgilidir.Oğlunun savaşa gitmesiyle başlar.Kadının oğlu savaşa gider ve bir daha geri dönmez.Oradaki köylüler kadının oğlunu o civarda gördüğünü söylerler.Kadın oraya gider,oğlunu bulur ve sarılır.Oğlu tepki vermez.Bunun nedeni ise orada yaşayan toplumun Juan Juanlar adında millete sahip olmasıdır.Orada yapılan işkenceler sonucu oğlunun geçmişi unutmasıdır.Oradaki insanların hayvandan farkı yoktur.Hepsi orada esirdir.Mankurt , köledir.Orada güçlü olanlar güçsüz olanları ezmiştir , insanları adeta köle sınıfına sokmuşlardır.Adaletsizlik fazlasıyla söz konusudur.Suçsuz , masum insanlar kullanılmaktadır.Bu hiç de iç açıcı bir olay değildir.Bu tür olayların benzerlerinede günlük yaşantımızda sıklıkla rastlayabiliriz.Mesela insanlar evlerini geçindirmek için para kazanmak isterler , bir işte çalışmak isterler.Fakat bazı işverenler kendilerini onlardan üstün görerek bu insanlara hayvan muamelesi yapıp köle sınıfına koyarlar.İnsanlar bu durumdan hoşnut değillerdir ama seslerini çıkaramazlar çünkü çalışmaya ve paraya ihtiyaçları vardır ve artık onların esirleridir.Ayrıca hiçbir zaman emeklerinin karşılığını alamazlar.Halbuki adalete güvenip ondan yararlanmsını bilselerdi yaptıklarının karşılığını alır hayvan muamelesi görmezlerdi.
Benim düşüncelerim ise kitap ile ilişkisinde anlatığım doğrultudadır.Yani hiçbir insan diğer insandan üstün , akıllı değildir.En başta insan , insan olduğu için değerli ve önemlidir.Fakat mankurt insanlar en başta adalete güvenip ondan yararlansalardı kimse üzülmezdi.Ayrıca herkes adalet karşısında eşittir.Sonuç ise bunu kimse değiştiremez.



SEVDE ÖZDEMİR

Okuduğum kitapta da anlaşıldığı gibi herkes eşittir . Herkes adalete güvenmeli adaletten yararlanmalıdır . Hiç kimse hiç kimseye üstünlük tanımamalıdır . Cengiz Aytmatov Gün Olur Asra Bedel kitabında bence şuan bize basit ve kolay gibi görünen herhangi bir şeyin aslında eskiden bir o kadar da zor ve önemli olduğunu anlatmaya çalışmış . Yani eski dönemlerde zorluklar çekilirken günümüzde bu zorluklar kolaylaşmış durumda . Cengiz Aytmatov kitabını gayet güzel yorumlamış . Mantıklı ve tutarlı cümleler kurarak kitabı tamamlamış . Bazı yerlerde işlediği konuyu bulanık bir hale getirse de sonucunda açıklığa kavuşturmuş . 
Bence Cengiz Aytmatov konusuna odaklanabilmiş ve yazarın konuya olan yaklaşımı benim kitabı daha iyi anlamama yardımcı oldu . Kitap Cengiz Aytmatov tarafından iyi , anlaşılması kolay ve akıcı bir şekilde yazılmış .
Cengiz Aytmatov , olayları adeta bir zincir halkası gibi ardı ardına bağlayarak anlatmış . Dili son derece sade ve açık . Bu nedenle ben kitabı okurken kitabın kalınlığını göz ardı etmeksizin kitabı elimden bırakmak istemedim . Bir an önce bitirip sonuca ulaşmak istedim . Yazar Gün Olur Asra Bedel kitabında Kırgız geleneklerini , yaşam biçimlerini , coğrafi güzelliklerini en güzel biçimde anlatmış . Uçsuz bucaksız bozkırları yalın , sade bir dille anlatmış . Hayat zorluklarına göğüs geren , kimselerin yaşamak istemediği , çorak , verimsiz arazilerde yaşamaya çalışan insanların yaşam mücadelelerini anlatmakta . Yazarın bu kitabını okurken bir rejimin baskısı altında yaşayan ve kültürel değerlerini kaybetmeye yüz tutmuş bir köyde geleneklerine ve göreneklerine bağlı bir insanın çabalarını gördüm . Adalet isteyen insanların başarılarını gördüm . Kitap esarete karşı bir mücadeleyi anlatmakta .




GİZEM BUSE KAYA
Kitaptada anlatıldığı gibi herkes ve herşey için herşey eşittir. Hiç kimse kimseye farklılık tanımamalıdır. Bütün herkes adelete güvenmelidir.Cengiz Aytmatov kitabında bize basit önemsiz, görünen şeylerin eskiden zor ve önemli olduğunu anlatmak istemiştir. Eskiden imkanlar daha az ve bi o kadar da zor dur. Günümüzdeki insanlara bunları öğretmiştir mesela empati kuranlar olmuştur bunların arasında eski günlerdeki insaların imkansızlığı ve günümüzün ne kadar gelişmiş olması gibi.



KERİMCAN YAZGAN

Kitap sürükleyici, heyecanlıdır ve az bölümlerde de olsa bilgi verici yerler vardır. Kitapta şimdi ki yılları değil de eski yıllar anlatılıyor. Eğer eski zamanlarda yaşanıp şimdi yaşanmayan olaylar merak ediliyorsa bu kitap o okuyucuya hitap etmektedir.
Kitabın baskı kalitesi ve kapak tasarımı : Kitabın kapak tasarımı bence uygundur. Çünkü kitapta bulunan Yedigey ve Kazangap yakın arkadaştır, bu iki arkadaşta Boranlı istasyonun da çalışmaktadır. Baskı kalitesi olarak kitabın sayfaları solgun ve sarıya yakın değil. Bir sayfadan diğer sayfaya geçerken de sayfalar da yırtılma olayı yaşanmamaktadır.
Kitapta karakterlerin ve yan karakterlerin yaptığı yanlışlar : Juan Juanların tutsak edilenleri mankurt ederek hayattan soğutması ve ölen adam Kazangap'ın oğlu Sabitcan'ın babasının cenazesinde saygısızlık davranması ve köylülere bilmişlik taslaması.
Sonuç olarak Cengiz Aytmatov'a ait bu kitap okunamayacak kadar sıkıcı ve kötü değildir. Yani okunabilir tabi bu kişiden kişiye değişir.

16 Ocak 2015 Cuma

9. SINIFLARIN EVP KAPSAMINDAKİ KOMPOZİSYONLARI

ALİ AKPARLAK
        
AV VE AVCI
Hayatta birçok olumsuzluk yaşadığımız ve kötü geçirdiğimiz günler olur. Bazı insanlar bu acılara boyun eğmek zorunda kalır, bazı insanlar ise tam tersine bir etki yaratır, acı sayesinde daha güçlenir.

     Bu durum aslında kulağa çok korkunç geliyor olabilir ama bana göre bu durum tamamen mürahik’i anlatıyor. Hayatta hastalığından dolayı çok zaman kaybetmiş, genç yaşta büyümek zorunda kalmış ama yinede direnmiş ve zorluklarla olsa da hayatına devam etmiştir. Hayat nasıl deli doluysa, nasıl yalan dünyaysa mürahik’te hayatını yaşayamadığından dolayı hâla çocuk ve utangaç kalmış. Zavallı mürahik acılara dayana adayana güçlenmiştir ama tabi her başlangıcın bir sonu da vardır. Ara sıra insanlar bu acılara dayanamaz ve kaybederler. Mürahik bu savaşı kaybetmemişti ama çok acılar çekmişti bu durumda mürahik ‘in güçlenmesini sağlamıştır.

     Bana göre bu durum av ve avcı terimini ifade ediyor. Düşünün, ara sıra avcı avını yakalamayabilir, bu durumda av daha hızlı koştuğu için yakalanmamıştır ve daha güçlenmiştir ama bazı durumlarda ise av yenik düşmüştür ve avlanmıştır. ben bu durumu mürahik’e benzetiyorum, ikinci durumda avcı, yani hastalık mürahik’i avlamıştır ama birinci durumda ise murahik artık tecrübe sahibi olmuştur ve kurtulmuştur. Sizde ister av , ister avcı olun ama yeter ki inancınız bol olsun .
 
 
 
CAN MANAP
HER ACI ÖLÜM DEMEK DEĞİL
    Öldürmeyen acılar bizi her geçen gün daha da güçlendirir.Acılar bizleri aslında ayakta tutar.Her acı güç, kuvvet, direnç demektir.
    Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı eserinde bu söz çok yumuşak bir dil  ile anlatılmıştır. Kitapta fakir ve dizinden rahatsız olan bir gencin, kendisinden dört yaş büyük bir kıza aşık olması, beraberliğe dönüşmeyen bu aşkın getirdiği sıkıntı ve heyecandan dolayı rahatsızlığının giderek arttığını öğrenir ve ameliyat olması gerekir.Ama genç için ölmek bu acıyı yaşamakan daha kolaydır ama o kendisini öldürmeyen bu acı sayesinde güçlü durmayı öğrenmiştir.Genç bu durumu annesinden saklar ve başka bir doktora gider.Bu doktor ona açık temiz havada dinlenmesini ister.Genç akrabası olan Paşa’nın evine Erenköy’e gider. Paşa’nın kızı olan Nüzhet’le arasında duygusal bir bağ oluşur.Aralarındaki engel ise Nüzhet’e Ragıp doktor talip olur. Bu talibi gençten saklarlar. İlerleyen zamanlarda gence bu talibi söyler ve gencin fikrini alır. Genç aralarında yaş farkı olduğunu söyler. Gencin yaş farkına değinerek olumsuz şeyler açıklaması Nüzhet’in annesini kızdırır. Hasta genç ile aralarındaki yakınlaşmayı önlemek için kızına; mikrop kapabileceğini uzak durması gerektiğini söyler.Bu konuşmayı duyan genç kırılır. Genç yinede dimdik ayaktadır. Aradan yıllar geçer ve genç bacağının kurtulabileceğini öğrenir. Ameliyat olur ve bacağı kurtulur. Nüzhet’ten bir kart alır. Kartta Paşa’nın hasta olduğu, öleceği ve Paşa’nın genci görmek istediği yazmaktadır. Genç aynı zamanda Nüzhet’in Ragıp doktor ile yakın zamanda evleneceğini duyar ve buna üzülür. Genç Mithat doktor ve arkadaşları tarafından taburcu edilir.Genç doğruca Paşa’ya gider.
     Sonuç olarak her insan acı çeker ama bu acılar onun ölmesine veya intihar etmesine sebep değildir ki…
 
EMRECAN ÇETİN
ÖLDÜRMEYEN ACI GÜÇLENDİRİR
                                                                            
Eski bir söz vardır bilirmisiniz "öldürmeyen acı güçlendirir"ben eskiden bu lafı pek fazla duymazdım ama bu aralar baya fazla duyuyorum.
İnsanlar ölümlü varlıklardır.Herkes üzülebilir,kırılabilir,kızabilir sonuçta insan insandır. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınız sizi kırabilir veya üzebilir.Ufak üzüntüler sizi hayattan koparmamalı,hayata küstürmemeli,insanlara küstürmemelidir.Çekilen acı kişligimize,ruhumuza,bedenimize etki etmelidir.Çektigimiz acının sebebi olan problemin nasıl çözülecegini araştırmalıyız.Çözüm yollarını bulmalıyız.Problemi çözme yolundan atacagımız her adım bizi daha güçlü kılar.Her cekılen acı hayatta karşılaşabilecegimiz diger acılara katlanma gücümüzü arttıracaktır. santranç oyunu insanı nasıl çok yönlü düşünmeye sevk ederse aynı şekilde bir problemi çözmedeki becerimiz ve başarımız bizi daha büyük sorunlara hazır hale getirecek ve bize daha güçlü kılar.Hayatta ölümden başka herşeye çare vardır.Yaşayacagımız şeyin ucunda ölüm olmadıkca hayatta herşeyin üstesinden geliriz.yeterki nefes alalım.insan yaşadıgı olaylardan ders cıkartabilmelidir.mesele yakın arkadaşınız sizi üzdü kırdı kızdırdı ama siz onu gerçekten kendinize yakın olarak görüyorsunuz üzülmeyin degmezmiş deyin geçin.
İnsan dedigin yaşadıgı sürece her olaydan ders cıkarabilmeli yaptıgı hatalardan üpişmanlık duymalı veya gurur duymalı.
                  
ESAT CAN ŞAHİN
        Öldürmeyen acı güçlendirir. Bunu kitaptaki yazardan kolaylıkla anlayabilmekteyiz. Bu kitapla ilgili olarak öğreneceğimiz ve yapmamız gereken iş hiçbir zaman pes etmemektir. Bunu kitap bize çok iyi açıklayabilmektedir. Bu kitapla birlikte pes etmeme ve ne pahasına olursa olsun hayata devam etme gibi kavramları daha iyi pekişiyor. Hayata ne pahası olursa olsun iyi yaklaşmayı amaçlıyor.
        Bu kitapla birlikte hayattaki birçok engele karşı dik durma kavramı iyice öğreniliyor. Hayattaki birçok engele karşı dik durmağı çok iyi anlatan bir eser. Yazar yani hasta çocuk o kadar çektiği acılara rağmen pes etmiyor ve güçleniyor bu da ne olursa olsun hayattaki hedeflerden vazgeçmemeyi ne kadar acı çeksek de hedefimizden ayrılmamayı öğretiyor. Bir insan hayatında kötü bir olay geçirip hayattan vazgeçerse bu ilkeye aykırı olur. Bu söz aslında hayatın devam edebilmesi için önemli bir sözdür. Bu söz kitapta çok iyi anlatılmıştır. Kitaptaki hasta gencin çektiği acılara rağmen dik durması ve hayata devam edebilmesi gerçekten bu sözle iç içedir. Gerçekten bu kitap bu sözle iç içe yazılmıştır. Hasta genç bu olayı gerçekten çok iyi kitapta anlatmıştır. Kitap için kısacası olaylar bu söz üzerine kurulmuş diyebiliriz.
      Yani bu sözle birlikte hayatta çektiğimiz acılar ve engeller bizi yolumuzdan etmemeli aksine güçlendirmelidir. Yani hayatta bir şeyler yanlış gitti diye hayattan vazgeçmeye gerek yok kitapta da olduğu gibi hayat devam ediyor. Çektiğimiz acılar ise bizi güçlendiriyor.
 
MERVE ÇAĞATAY
Öldürmeyen acı güçlendirir çünkü bir insan ne kadar acı çekerse çeksin o acı onu ileri süreçlerde güçlendirecektir. İnsanı asıl güçlü kılan sabırdır. İnsan acıya sabrettiği sürece güçlüdür. Dolayısıyla acı sâdece bir araçtır.  İnsana güç veren zaten yaşadığı acılardır. Bunun sayesinde daha fazla moral  alırlar.  
Nietzsche `Öldürmeyen acı güçlendirir` diyerek acının insanı güçlendirebileceğini dile getirmiştir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu kitabında da bu konu geçtiği gibi insanları hayatta yaşadığı olaylar,acılar onları dirençli tutar acı onları güçlendirir. Bana görede bu laf doğru bir laftır.
Örneğin; bir insan düşünün çok acı çekiyor ama pes etmiyor bu iş sonucunda o insan bu olaylara güçlü çıkıp yenilmezse acı onu güçlendirir yani onu üzsede öldürmeyen acı güçlendirir. Birçok bilim adamıda bu sözü destekliyordur ve doğru olduğundan yanadır. 
Son olarakta yaşadığımız olaylar sonucu güçlü kalmalıyız çünkü öldürmeyen acı bizi güçlendirir.
 
SEDEF ER
ÖLDÜRMEYEN ACI GÜÇLENDİRİR
İnsanlar yaşadıkları hayatta çok büyük sorunlarla karşılaşabilir ve bunları atlatabilmek için üzerinden zaman geçmesi gerekir.İnsanların hayattaki o acıların üstesinden gelmeli ki hayata sımsıkı tutulup devam edebilsinler.Hayatlarında herşey iyi giderken bir yanlış kararla tüm hayatları altüst olabilir.Bunları atlatmak için elinden ne geliyorsa yapmalı ama ne kadar atlatmış görünsede içinde ona ait izler yaşıyordur. insan aldığı darbelerden sonra edindiği tecrübelerden  dahada güçleniyor.O an yaşadığmız şey çok ağır gibi geliyor ama bir zaman sonra anlıyoruzki aslında o çok büyük yük dediğimiz sorumluluk bizi en iyi kılmak için çıkmış karşımıza.
Kitaptada aynen böyle oluyor.Yazarın küçüklüğünden beri çektiği hastalığı vardır.Bu hastalığı yüzünden hastanelerden tiksiniyor.Hastaneyi koğuşa benzetiyordu.Kitapta yazar tek bacağından acı çeken ve ümitleri peşinde rüyalar aleminde koşan birisidir.Yazarın ağrıları gün geçtikçe artar ve fakülteye yatırırlar oradaki operatör bacağının kesilmesini ister.Buna razı olmayan yazar çok direnir.Operatör bu durumda ona 3 ay hastanede kalmasını söyler ve yazar dokuzuncu hariciyesi koğuşuna yatırılır.Ameliyatı bitince 7.pansumanında bacağının kurtulduğunu ancak yere basacağını söyler doktor.
Hayata her zaman gülerek bakmalıyız küçük bir olayda bırakıp gitmemeliyiz ona sıkıca sarılmalıyız ve bu sayede daha çok ilerler güç buluruz kendimizde sonunda bu hayatta hiçbir şeyin altından kalkınmayacağını düşünmemeliyiz çünkü öldürmeyen acı güçlendirir insan hırslanır ve kendinde güç bulur.Sadece bizi o moral bozukluğundan kurtaracak küçücük bir şey lazım gerisi gelecek ve insan dahada güçlenecek.


 SILA ÇİLOĞLU
ACININ VERDİĞİ GÜÇ
Yeryüzünde acı çekmeyen bir canlı var mıdır acaba? Sanmıyorum her canlı kendi yaşadığı ortama göre acısını hafif ya da kuvvetli yapar. Önemli olan yaşanılan acı olaylardan ders çıkarmaktır. Eğer ders çıkaramazsak daha önce yaşadığımız ızdırabın belki daha büyüğünü yaşayacağız demektir.
Acı, yaşamın bir parçasıdır. Küçükken yere düştüğümüzde, hastalandığımızda, sevdiğimiz bir şeyi kaybettiğimizde kısacası hayatın her evresinde acıyı da beraberinde yaşarız. Ama hafif, ama ağır. Acının derecesi ne olursa olsun önemli olan aynı acıyı mümkünse yaşamamak ya da daha hafif atlatabilmek gerekir. Yaşam ancak o zaman anlam kazanır.
Acının her insanda farklı bir tesiri vardır. Kiminde güçlendiren, olgunlaştıran acı, kiminde içine kapanık,  güvensiz yapar. Biz tabi ki ilk söyleneni gerçekleştirmeye çalışmalıyız, ancak hayatımız o zaman anlam kazanır. Acının bize vereceği gücü düşünerek hayatımızı karartmayalım.
Acılar hayatın heykeltıraşlarıdır. Çekiç darbeler, nasıl ki kayayı yontarsa, acılar da insanı yontar ve mükemmelleştirir. Unutmayalım ki her acının sonunda muhakkak bir mutluluk vardır.                        
 



9. SINIFLARIN EVP KAPSAMINDAKİ KOMPOZİSYONLARI

ALİ AKPARLAK
        AV VE AVCI

    

     Hayatta birçok olumsuzluk yaşadığımız ve kötü geçirdiğimiz günler olur. Bazı insanlar bu acılara boyun eğmek zorunda kalır, bazı insanlar ise tam tersine bir etki yaratır, acı sayesinde daha güçlenir.

     Bu durum aslında kulağa çok korkunç geliyor olabilir ama bana göre bu durum tamamen mürahik’i anlatıyor. Hayatta hastalığından dolayı çok zaman kaybetmiş, genç yaşta büyümek zorunda kalmış ama yinede direnmiş ve zorluklarla olsa da hayatına devam etmiştir. Hayat nasıl deli doluysa, nasıl yalan dünyaysa mürahik’te hayatını yaşayamadığından dolayı hâla çocuk ve utangaç kalmış. Zavallı mürahik acılara dayana adayana güçlenmiştir ama tabi her başlangıcın bir sonu da vardır. Ara sıra insanlar bu acılara dayanamaz ve kaybederler. Mürahik bu savaşı kaybetmemişti ama çok acılar çekmişti bu durumda mürahik ‘in güçlenmesini sağlamıştır.

     Bana göre bu durum av ve avcı terimini ifade ediyor. Düşünün, ara sıra avcı avını yakalamayabilir, bu durumda av daha hızlı koştuğu için yakalanmamıştır ve daha güçlenmiştir ama bazı durumlarda ise av yenik düşmüştür ve avlanmıştır. ben bu durumu mürahik’e benzetiyorum, ikinci durumda avcı, yani hastalık mürahik’i avlamıştır ama birinci durumda ise murahik artık tecrübe sahibi olmuştur ve kurtulmuştur. Sizde ister av , ister avcı olun ama yeter ki inancınız bol olsun .

9. SINIFLARIN EVP KAPSAMINDAKİ KOMPOZİSYONLARI



ASENA AYLİN ATLI

ÖZGÜRLÜK VE KÖLELİK
Bağımsızlık bir insanın hür ve özgür bir biçimde, davranışlarını, tutumunu, hiçbir etki ve emir altında olmadan istediği şekilde yapmasıdır. Peki ilk bağımsızlık nedir diye hiç düşündünüz mü? İnsanlar hiçbir zaman köle gibi yaşamak istemezler, köle gibi değilde keyfine yaşamak isterler ve bu herkes için değişmeyen bir istek olup devam etmektedir. Hangi çağda olursak olalım bir insan hür yaşamaya alışmışsa köleliğe asla alışamaz. Mesela çok çok eski çağlarda bir Kral varmış. Herkes ona hürmet edermiş. Fakat zamanla bu Kralın sözü dinlenmemeye başlamış. Yani yavaş yavaş tahtından düşmeye başlamış. Daha sonra bu Kral artık fark etmiş ki Kral değil ve birinin kölesi olmaya başlamış. Fakat bu Kral yıllarca rahata ve düzene alıştığı için köleliğe alışması çok zaman almış. Günümüzde de aynı şekilde sorun ve örnekler mevcut. Ailemizde bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, süpürge, ve tüm ev aletleri rahat ve konforlu çalışabilir bir düzeyde. Fakat eski zamanlarda ne çamaşır makinesi vardı nede süpürgeler. Ev hanımları temizliği kendileri yapardı. Aslında buda insanların zamanla tembelleşmesine neden olmaktaydı. Eski çağlardaki ev hanımlarıyla bu günümüzdeki ev hanımlarını kıyasladığımız zaman arada ki farkı çok net bir şekilde görebiliyoruz. Farz edelim ki annelerimizin elinden tüm teknolojik aletler alınıyor. Çamaşırları elleriyle yıkıyorlar, bulaşıkları elleriyle yıkıyorlar, halıları yıkamacıya göndermek yerine kendileri siliyor. Peki böyle bir durumda buna alışmamız mümkün mü sizce? Bence hayır. Böyle bir şey mümkün değil ve mümkün olamaz. Çünkü bir kere rahata alışmışız, her şeyi pratik yoldan yapabileceğimizin farkındayız. Belki farkında olmasak bu duruma kolaylıkla alışabiliriz. Ama hür yaşamaya alıştığımız için köleliğe kolay kolay alışamıyoruz. Bunun tek sebebi tembellikten kaynaklanıyor. Biz köleliğe alışamayız, çünkü bizim yapımızda yok, çünkü biz bir kere hür ve özgür yaşamaya alışmışız. Eski ev hanımları günümüze gelse onlarda bu rahata alışır ve bir daha eskisi gibi yaşamak istemezler. Peki ya şuan biz ne yapıyoruz? Onca kolaylık ve rahatlık varken temizlikçi tutuyoruz. Buda dediğim gibi zamanla rahata alışıp tenbelleşmekten kaynaklanan bir durum. Peki ya bu temizlikçiler neden birinin kölesi oluyorlar? Çünkü onlarında para kazanmak gibi bir amacı var. Beydaba'nın bir sözü vardır; Kemik parçası bulan bir köpeğin etrafında bir sürü köpek dolaşır. Bu sözde anlatılmak istenen açık mesaj bence şu; Bir insan neden köle olur ki? Bunun bir nedeni vardır. Ya zorla köle olmuştur, yada ulaşmak istediği, elde etmek istediği bir şey vardır. Bizler bu sözü boşuna kullanmıyoruz bir insan amaçsız bir şekilde kimsenin kölesi ve hizmetkarı olmaz. Ama şöylede bir söz vardır ki; Köpeklerle yatan, pire ile kalkar. Burada köle olan bir kişiden bahsediliyor. Diyelim ki rahata alışmamış bir insan günümüzde ki gibi rahatı ve konforu bulmuş, peki bu insan bu rahata alıştıktan sonra eskisi gibi yaşayabilirmi? Hiç sanmıyorum. Değişecek ne var ki kim hür ve özgür yaşamaya alışmışsa, o insan köle olmaya alışamaz.




BERKE KİRACI

HÜR YAŞAMAYA ALIŞAN KÖLELİĞE KOLAY KOLAY ALIŞAMAZ
Hür olmak, ifade bakımından geniş kapsamlıdır. Serbestlik, bağımsızlık, keyfe ma yeşa (dilediği gibi yaşama) gibi anlamlara gelir. Uygulama alanlarına gelince ferdi ve toplumsal, bilimsel ve ekonomi, güç ve zaafiyet gibi alanları kapsar.Fert, her istediğini yapmak ister.Toplum kenetlenince her istediğini yapar.Kölelik ise bir
insanın başka birinin malı ve mülkü olması. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelerecariye denir.Yani kölelik ile hür yaşamak arasında dağlar kadar fark vardır.Bunun bir örneği de siyahilerdir. Siyahî ya da zenci, antropolojide insanların ayrıldığı ırklardan biri. Bu kavram yalnızca belirli milletleri değil, derileri siyah olan tüm insanları kapsar. Batılı devletlerde yaygın olarak kullanılan Afro (Afrikalı) ve Karayipli sözcükleri de zaman zaman Türkçede kullanılır.Hür yaşayanların köleliğe alışamama sebepleri kısaca özgürlüklerinin kısıtlanması ya da direk yok edilmesi,haklarının kaybolması,insanlar tarafından ezilmek ve insanların gözünden hayvanda başka hiçbirşey olarak görülmektir de diyebiliriz.Hür yaşayan insanların köleliğe alışmaları bu yüzden de imkansızdır.


DEREN HIZAL

İnsanları diğer canlı türlerinden ayıran en önemli özelliği düşünebilmesi ve düşündüğünü özgürce ifade edebilmesidir. Yapısı gereği özgür olması gereken insanların dış sebeplerden dolayı köleleştirilmesi ise kolay kabul edilebilecek bir durum değildir. Romanımız “Gün Olur Asra Bedel”de insanın köleleştirilmesi çok güzel anlatılmaktadır.                                                                                                                                     
       Romanın başkahramanı Yedigey, Sovyet Rusya Rejimi’nin baskısı altında kalarak, adaletlerini unutmaya başlamış bir köyde yaşamaktadır. Yedigey geleneklerini unutmayan ender kişilerdendir fakat köy hala Sovyet askerleri tarafından kontrol altında tutulduğu için, rahat bir şekilde geleneklerini yerine getirememektedir. Bunun en basit örneği romanın sırasında ölen arkadaşı Kazangap’ ı adetlerine uygun şekilde gömmemesidir. Mankurtlar, Sovyet Rusya müdahalesinden önce diğer insanlar gibi normal bir hayat sürerlerken, savaş sırasın da işkenceler sonucu hafızasını kaybeden, askerler tarafından işçi olarak çalıştırılan ve ne söylenirse söylensin sorgulamadan yapan insanlardır. Bu romanın kahramanları “hür yaşaması gerektiği halde, köleleştirilen insan“ örneğini çok güzel bir şekilde göz önüne sererler.

Sonuç olarak, yazar Cengiz Aytmatov’un kurgusu karakterleri ve olay örgüsüyle özgür olmanın insanlar için çok önemli ve vazgeçilmez bir şey olduğunu çok güzel bir şekilde gözler önüne sermektedir. Vatanlarından, adet gelenek, göreneklerinden, ait oldukları çevreden, ailelerinden, alışkanlıklarından ve yaşam biçimlerinden çeşitli nedenlerden dolayı zorla koparılan insanlar, mutsuz, etrafına faydası olmayan ve verimsiz bireyler olurlar. Kısacası, hayatlarını hür olmadan, sürgünde geçirmek dini, dili, milleti, yaşı ne olursa olsun, insanlar için oldukça zor bir hayattır.





EMRE ZEREYCAN
"Hür yaşamaya alışan köleliğe kolay kolay alışamaz." sözü ile anlatılmak istenen benim düşünceme göre rahatlık,özgürlük,bağımsızlıktır. Hür ve özgür yaşamayı benimsemiş,sorunsuz yaşayan bir insan emir altında kalarak ya da bir şey yaptırmaya zorlanarak yaşayamaz. Özgürlüğünün kısıtlanarak yaşamakta zorluk çeker. Bu duruma şöyle bir örnek verebiliriz. Bir kuş kafese konulduğunda yaşamakta zorluk çeker. Çünkü kuşlar uçmaya,gezmeye,dolaşmaya ve hür olmaya muhtaçlardır. Özgürlük onlar için yaşamın ta kendisidir aslında. Kim yaşam hakları elinden alınsın ister ki? Özgürlük,bağımsızlık insanların hatta canlıların tümünün doğasıdır. Ama şu da unutulmamalıdır ki hür yaşamak ne kadar güzel olsa da kuralları vardır.Başkalarına saygı duymak,onları önemsemek,değer vermek gibi durumlar bunlara örnektir. Hür olan bir canlıyı kölelik durumuna getirmeye kalkışırsanız alışması çok zor olacaktır. Zaman kaybı yaşayacak,işlerinizi aksatacaksınız. Neden mi? Çünkü;bir canlı,bir insan köle olarak yaşamaya başladığında isteklerini dile getiremeyecektir,kaybedebilecek bir şeyi olmayacak duruma gelecektir,zamanını sadece itaat etmek için harcayacak emirleri yerine getirecektir. Bu canlı doğasına aykırıdır. Canlılar özgür olmak zorundadır. Canlı diye adlandırdığımız varlıklar bir kısıtlama ile yaşamayı benimseyemezler. Bir başka örnek vermek gerekirse;yüzlerce yıl öncelerinde Amerika'da zenci,siyahi insanlara saygı duyulmaz,onlara emir verilirdi.Onlar köle olarak kullanılırdı ve değer biçilip satılırlardı. Oysa ki ne kadar da yanlış bir durum. Çünkü insan saygı duyulmaya mecbur bir canlıdır. İnsanların en büyük hakkı olan "Yaşama Hakkı" da buna bir örnektir. Demem o ki; bir insanın özgürlüğünü elinden alıpta köleliğe muhtaç durumda bırakırsanız işleriniz aksayacak zaman kaybedeceksiniz çünkü hür yaşamaya alışan köleliğe alışamaz.


EYLÜL KÖLÜK
HÜR YAŞAMAYA ALIŞAN KÖLELİĞE KOLAY KOLAY ALIŞAMAZ
Hür yani özgür ve bağımsız anlamındaki sözcük hayatımızda büyük bir öneme sahiptir. Kölelik ise özgür olmanın tam karşıt anlamını ifade etmektedir. Hür yaşamak, kararları bağımsız alabilmeyi ifade ederken kölelik ise başkaları tarafından alınan kararlara uymayı, bağımsızlığın ortadan kalkmış olduğunu göstermektedir.

Bağımsız olarak yaşamak insanın doğasında olan bir kavramdır. Tarihte bağımsızlık veya hür yaşamak için çok fazla direniş verilmiş ve bu amaçla savaşlar yapılmıştır, kanlar dökülmüştür. Ünlü şairimiz Mehmet Akif ERSOY ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım’ diyerek bizlerin tarihteki yaşam stilimizi belirlemiştir. Kölelik bizim millet olarak maruz kaldığımız bir yaşam formu olmamıştır. Bununla birlikte Afrika ülkelerinden 17 ve 18 yüzyılda Amerika’ya getirilerek tarım, sanayi ve diğer alanlarda köle olarak çalıştırılan insanlar uzun süre hür yaşam haklarından mahrum edilmişlerdir. Bu insanların hür olmak için birçok kanlı mücadeleler verdiğini tarih kitaplarından okuyor, belgesel ve filmlere konu olduğunu görüyoruz, izliyoruz. Bununla birlikte Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınan,
1964 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanan Martin LUTHER KING ‘Bir gün, dört çocuğumun da derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var’ diyerek hür yaşamanın önemini belirtmiştir. Buradaki örnekten de anlaşılabileceği gibi yüzyıllar boyunca köle olarak yaşayan Afrika yerlileri bu kadar uzun süre içerisinde bile, köle olarak yaşam sürmemiş atalarının Afrika’da yaşadıkları gibi hür olarak yaşamak için mücadele etmişlerdir. Nitekim ABD başkanı Barack OBAMA siyahidir ve hür yaşam ilkelerini benimsemiş, hür yaşamın önemini bilen bir siyaset adamıdır.

Ben hayvanat bahçelerine gitmeyi hiç sevmem. Orada bulunan zürafalar, kaplanlar, aslanlar, anakonda gibi büyük yılanlar ve tropikal bölgelerden getirilerek küçük alanlarda yaşamaya mahkûm edilen diğer hayvanlar hep içimi acıtmıştır. Doğal ekolojik çevrelerinde hür olarak yaşayan bu hayvanların acı içerisinde olduğunu düşünürüm hep. Nitekim bu hayvanların bazılarının bu formda yaşayamadıklarına, yaşamlarının bir süre sonra ölümle sonuçlandığına tanık oluyor, medyada izliyoruz.

Bir canlının hür yaşaması onun doğasında vardır ve genlerine kodlanmıştır. Bu özellik elinden alındığında, bağımlı ve köle formunda bir hayat yaşamaya mahkûm edildiğinde önce bunun için mücadele verecek ve bu uğurda canını feda edebilecektir.




EZGİ BOYDAĞ


                  HÜRLÜK ve KÖLELİK
     Hürlük, genel haliyle özgürlük ve hürriyet, bağlı ve bağımlı olmama, dış ve iç etkilerden bağımsız olma, engellenmemiş olma halini dile getirmektir. Köle olmak ise hukuk ve geleneklere göre bir başkasının malı sayılan, hiç bir hakka sahip olmayan kişilere verilen tabirdir. Yani hürlük ve kölelik neredeyse zıt olabilecek derecede birbirinden farklı şeylerdir.
     Kölelik, insanların bir mal olarak nitelendiği bir toplumsal tabaka olgusudur. Kölelik, temel olarak şu nedenlerle ortaya çıkar: Birincisi, bir kişiye olan borç sonucu; ikincisi, bir suç işleme sonucu hayatının köle olmak şartıyla bağışlanması ve üçüncüsü, işgal sonucu başka bir toplum tarafından köleleştirilme hali! Ama özgürlük bir nedenlerden ortaya çıkmaz. Aklı başında olan ve herhangi bir şeye bağlı olmayan her kişi özgürdür. Bu yüzden sınırsız özgür olan kişinin bir anda köle olmaya alışması beklenemez. Buna hapishaneyi örnek verebiliriz. Özgür olan bir kişi herhangi bir suç yüzünden cezasını çekmesi amacıyla hapishaneye götürülür, yani özgürlüğü elinden alınır. Hapishaneye giren kişi belli bir süre oradaki ortama, özgür olmamaya alışamaz. Çünkü o kişi istediği zaman, istediğini yapmaya alışmıştır.                                                        
Sonuç olarak, Cengiz Aytmatov’un “Hür yaşamaya alışan kolay kola köleliğe alışamaz.” sözünden bunları çıkarabiliriz.




FARUK AVCI


HEPİMİZ KÖLEYİZ

     Hür yaşamaya alışan, köleliğe kolay kolay alışamaz. Çünkü hür yaşamak her konuda serbestlik, bagımsızlık,özgürlük ve diledigi gibi yaşamaktır. Hür insan demek her istedigini sorgu sualsız yapan insandır. Köle gibi yaşamak ise yaşamaktan başka hiçbir hakkının olmamasıdır. Hep seni yönetene baglı kalmaktır.

     Hür insanın düşünçe özgürlüğü, fikir özgürlüğü, maddi ve manevi özgürlükleri vardır. örneğin günümüzde kadınların maddi özgürlüğü ile karşı karşıyayız. Kadınlar okuyup belirli yerlere gelip parasal konuda eşlerine baglı olmayışları kadınların maddi özgürlügünü gösterir. Fikirlerini özgürçe söylemeyen insan fikir kölesidir. Kuşların gökyüzünde serbestçe özgürçe uçmaları nerde ne bulurlarsa zevkine göre yemeleri ırmaklardan akarsulardan su içmeleri hür yaşamalarıdır. Ama bizler o kuşları bir kafese koyup istediğimiz zaman yem vermemiz su vermemiz onların köleliğidir. Zaten özgürçe uçan kuşu kafese koysak kolay kolay alışamaz ve 2 3 gün içinde hasta olur ve ölür.
     Dünyamızda hiçbir insan hür yaşayamaz. Çünkü kanunlar ve yasalara baglık olmak zorundayız. Çünkü hür insan güçlü insandır, güçlü insan ise başkalarını hakkını çigneyen, zulüm eden insandır. Kanun, yasa olmassa dünyada karmaşa ve düzensizlik oluşur. Yani bu dünyada hür insan yoktur. Aslında hepimiz Günümüzün köleleriyiz ve biz kölelikten geldigimiz için hür yaşamaya kolaylıkla alışıyoruz. kölelige alışan insan hür yaşamaya alışır ama hür yaşamaya alışan kölelige kısıtlamalara istediklerini yapamamaya kesinlikle kolay kolay alışamaz






 İPEK KÖKSALAN

HÜR OLMAYA ALIŞAN KOLAY KOLAY KÖLELİĞE ALIŞAMAZ
Hür olmak insanın seçimlerinin kendisi tarafından belirlenmesidir. Hür olmak kişinin kendi benliğini çevresine yansıtabilmesidir. Hür olan insan başkasına bağımlı olmaz, emir almaz ve toplumda hiçbir baskı altında kalmadan yaşayarak mutlu, huzurlu olur ve özgür bir birey olmanın verdiği o yaşam sevincini derinden hissederek hayatını sürdürür.

Özgürlük, insanın damarlarından akan kan gibidir. Eğer kan vücutta dolaşmazsa o kişi bedenen canlı kalamaz ve ölür. Özgürlüğü düşündüğümüzde ise, hür olma kavramını ruhsal benliğinde hissedemeyen kişinin de ruhu canlı kalamaz. Başka bir şekilde ise, hür olmayı suya, insanı da suya ihtiyacı olan bir çiçek gibi düşünebiliriz. Susuz kalan bir çiçek solmaya mahkumdur, özgür olamayan insan ise ruhunu yitirmeye mahkumduBir insanın özgürlüğünün elinden alınıp, eskisi gibi davranmasını beklemek imkansızdır. Köle kavramını geçmişten duymuşuzdur. Kölelik, hür olma hakkı elinden alınan kişi olarak tanımlanabilir. Özgürlüğün, hür olmanın verdiği o duyguyu hisseden kişiler, kolay kolay köleliğe alışamaz. Tarihteki en acımasız kölelik olaylarına baktığımızda, mankurtlaşma adı verilen insanın benliğinin işkencelerle alınması bunu açıklar. Bu işkenceye maruz kalıp, özgürlüğü elinden alınan kişi, eski benliğine kavuşamayarak sadece bedenen yaşamını sürdürerek, ruhsuz ve itaatkar bir varlığa dönüşür. Kısacası insanın hür olma hakkını almak kolaydır ama özgürlüğü olmadan yaşamını eski bir şekilde sürdürmesini beklemek imkansızdır.




İREM SEVDİ

ÖLDÜRMEYEN ACI GÜÇLENDİ
Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin yine insanlara umut aşılayan sözlerinden biridir. Friedrich Nietzche'nin Lou Andreas-Salomé'a olan karşılıksız aşkı sebebiyle çok kereler intiharı düşünmüş ve -tahminimce- bu acılar neticesinde telaffuz ettiği bir sözde diyebiliriz. Aslında bu cümle hayattaki tüm sıkıntılara karşı direnmemiz gerektiğini anlatan güzel bir cümleciktir. Başka bir deyişle de bu söz bir tür ruhsal bağışıklık kazanma halidir. Yaşanmışlıklardan arta kalanlar ile güçlenmeyi anlatan, hayatta her türlü darbeye karşı tecrübe kazanıp hala dimdik durabilen insanlara karşı da söylenmiş bir söz olarak da varsayabiliriz.
Fakat cümlede de kullanıldığı gibi ‘’öldürmeyen acı güçlendirir’’ sözünde öldürmeyene dikkat etmemiz gerekir çünkü bir acı sizin içinizde bir şeyi öldürüyorsa eğer, buradan güçlü olarak çıkma şansınız zaten yoktur. En basitinden, güven duygunuzu sarsacak travmatik olaylar yaşadınız, sendelediniz ama düşmediniz, ve yola sağlıklı şüphe ile birlikte hareket eden bir güven duygusu ile devam ettiniz. Diğer türlü, güven duygusunu tamamen kaybettiğiniz de zaten kaybetme korkusunun iki uçlu değneğinden birine düşersiniz, ya değersizleştirirsiniz ya da korku ile hareket ettiğinizden hata yapar ve değer verdiğinizi kaybedersiniz. Demek istediğim "güçlü olmak" lafından ne anladığınızdır. Bu da zaten olaylara karşı çoktan ölüp ölmediğinize göre değişir.
Bir nevi acı insanların hayata karşı oluşturduğu karakterdir. Acı insanı güçlü kılar, acı direnmeyi öğretir, acı ayakta kalmayı öğretir. Güçlü bir insan hayatta birçok acılara karşı direnmeyi öğrenen insandır. Acı gücü getirir. Tecrübeli bir insan birçok acıyı görmüş ve geçirmiş bir insandır. Başka deyişle her insan elbet bir gün acıyı tatar fakat önemli olan ayakta kalıp güçlü durmaktır.





İSMET CAN AKİLE
Hür Yaşamaya Alışan Köleliğe Kolay Kolay Alışamaz 
Herhangi bir kısıtlamaya , zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme yada davranma , herhangi bir koşula bağlı olmama durumuna bağımsızlık(özgürlü

Kölelik, bir insanın başka birinin malı,mülkü olmasıdır. Kölelik çok eski zamanlardan kalma, savaşta esir düşenler,ağır suç işleyenler köle olarak görülmüş ve pazarlarda satılmışlardır. Bu bize eski zamanlarda yaşamanın ne kadar zor olduğunu gösterir. Hür yaşamaya alışan bir insan ile yaşamına başkasının karar verdiği insan aynı değildir. Hür yaşayan bir insan köleliğe alışamaz.Köleliğe örnek olarak Gün Olur Asra Bedel kitabındaki juanlar;savaşta ele geçirdikleri tutsakları ya uzak yerlere satmakta yada işkenceler yapmaktaydı.Örneğin,esirin kafası kazınır,devenin boyun kısmından yüzülen deri parçası kafasına başlık gibi geçirilirmiş.Kafasına deri geçirilen tutsak kafasını yere sürtmesin diye boynuna tahta kalıp takılır,çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız yerlere götürülürmüş.Kolları ve bacakları bağlı tutsak orada güneşin altında aç ve susuz birkaç gün bırakılırmış.Başına deri geçirilenlerin çoğu acıya dayanamayıp ölürmüş.Çünkü deri saçlarının içe doğru çıkmasına neden olurmuş.Sağ kalanlar ise hafızalarını yitirerek adlarını,kim olduklarını,nerden geldiklerini unutur köle(onlara göre mankurt)olur ve sadece efendilerine hizmet ederlermiş.Bu efsanelerden de gördüğümüz gibi kölelik çok kötüdür.Günümüz Türkiye’sinde hala kölelik bulunmaktadır.Dünya Kölelik Endeksi’ne göre Türkiye 90. sıradadır.Tüm dünyada ise köle sayısı 27 milyonu bulmaktadır.Bu bize hala cahil ülkelerin,hala cahil insanların olduğunu gösterir.Hem para ile satın alıp hem de işkence etmekten ne anlıyorlar! Bence artık insan canına kasdedilmemeli , kasdedenlere ölüm haricinde daha ağır cezalar verilmelidir.
Son olarak her insan eşittir. Arada sınıf farkı olmamalıdır.Özgür yaşayan bir insanla köle olan insan arasında ayrım olmamalıdır . Her insan eşittir. Özgür biri asla başka bir insanı köle olarak kullanamaz.





KUBİLAY ÖZDEN


Hür Olmak Hür Yasamak =)

Hür olmak, ifade bakımından geniş kapsamlıdır. Serbestlik, bağımsızlık, keyfe ma yeşa (dilediği gibi yaşama) gibi anlamlara gelir. Uygulama alanlarına gelince ferdi ve toplumsal, bilimsel ve ekonomi, güç ve zaafiyet gibi alanları kapsar. Fert, her istediğini yapmak ister. Toplum kenetlenince her istediğini yapar. Okuldaki hocadan, üniversitedeki profesöre kadar, her şeyi bildiğini iddia eden ulema takımı! Başkalarına hürriyet tanımaz. Tüccar, aracı, simsar, sanayici, tekstilci vs. istediğini yapar, ekonomiyi tabandan zirveye, zirveden tabana tepetaklak eder durur. Güçlü olan her şeyi yapar. Zayıflık, esarettir, köleliktir. Bunları dallandırıp açsak, kitaplar yazmak gerekir. Kısacası; hür olmak demek, her istediğimi yaparım demektir. Hür olmak demek, yakıp, yıkıp, tahrip eden bir toplum olmak demektir. Hür olmak demek, bilimi kendi elinde tutup öğrencileri ve halkı kendine ram etmek demektir. Hür olmak demek, ekonomiyi istediği gibi kendi çıkarlarına göre yönlendiren iş ve finans çevreleri olmak demektir. Hür olmak demek, güçlü olmak, her türlü imkandan yararlanıp başkalarının haklarını çiğnemek demektir. Hür olmak demek, hiçbir zayıflık ve zafiyet göstermemek demektir. Dahası var ama bu kadarla iktifa edelim. Yalnız, bu kadar hürriyet, toplumları ve dünyayı anarşiye, karmaşaya sürükler. Bu sebeplerle bu hürriyetlerin zapt-ü rabt altına alınması gerekir. Bunun için kanunlar, yönetmelikler vs. çıkarılır. Buna rağmen hür olmak isteyenler bunların boşluklarından yararlanıp edeceklerini yine ederler. Aslında bu saydıklarımın hiç biri gerçek hür olma değildir. Bunlar tam bir bağımlılık ve esarettir.
Kölelik Ne Demek Kısa Bir Örnek =)
Kölelik, bir
insanın başka birinin malı ve mülkü olması. Başka bir kişinin malı ve mülkü olan kişiye köle, memlûk veya kul; köle sahibine ise efendi veya mevla denir. Bazı durumlarda uşak ve hizmetçi de köle anlamına gelir. Kadın kölelere cariye denir





 
MERT AZKO

HUR YAŞAMAYA ALIŞAN KOLELİYE KOLAY KOLAY KOLAY ALIŞAMAZ
   
               
Hür,özgür yaşamak deyince benim aklıma gelen ilk şey serbestliktir.Özgür olmak başka bir insanın
hakkını yemeden istediğini yapabilmektir.Kölelik ise hiçbir hakkının olmaması,senin sahibinin sana istediği her şeyi yapmasıdır.Buna karşın senin ona dokunman bile yasak olmasıdır.Kölelikte yaşama hakkın ble sahibinin elindedir.Seni isterse yaştır istemezse yaşatma.

Kölelik sadece bir mal gibi alınıp satılma değildir.İnsanların fikirlerinin de hapsolması,fikirlerini açı
açık söyleyememesi de köleliktir.Örneğin mankurtlaşmış insanlar da bir çeşit köledir.Çünkü düşünemezler ve sadece verilen emirleri yerine getirirler.Bu dünyadaki en kötü köleliktir belki de.
Başka bir örnekse Sarı Özek köyündeki insanalrın oradan başka bir yere gidememesidir.Oraya işi gücü olmayan ,çaresiz insanlar gelemektedir ve oranın olumsuz koşullarında yaşamaktadır. Bu da bir çeşit
köleliktir. Hür yaşamak her insanın hakkıdır.Hür yaşamaya alışmış insanlar köleliğe kolay kolay alışamaz.Büyük acı çekerler.Milletler de öyledir.Örneğin Türk milleti tarih boyunca hür yaşamıştır.Aksi düşünülemez
Bunun en son örneği Kurtuluş Savaşı’dır.Türk milleti köleliği kabul etmemiş ve büyük devletlerle savaşıp kazanmıştır.
Ayrıca ülkemizde ve dünyanın bi çoğunda kadınlar köle gibi görülmektedir.Birçok haklarında mahrumdur kadınlar.İkinci sınıf vatandaş gibidirle.Örneğin kadınlar istedikleri gibi davranamıyorlar,yaşayamıyorlar.Bu da bir çeşit köleliktir.
Yine ülkemizde gençler baskı altında kalmaktadır.Fikirlerini istedikleri gibi dile getirememektedirler.
Onların bu durumuı da köleliğe benzemektedir.Gençlerimize baskı kurmayı p fikirlerini dinlese
ülkemiz ve dünya çok daha iyi olacaktır. Sonuç olarak kölelik sadece alınıp satılmakla olmaz.İnsanın beynin köle olması kölelğin en kötüsüdür.Hür yaşamış,fikirleriini her zaman dile getirmiş insanları kısıtlamak zordur.Onları kolay kolay köleliğe alışitıramazsınız.Hür yaşamak bu dünyadaki herkesin en doğal hakkıdır.





ÖZCAN DİNÇ


Hür Yaşamak ve Kölelik                                                                                                                                                                                                                                    
     Hür yaşamak özgür olmak demektir. Özgürlük, engellenmeden ya da sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi , yapabilmesi ve hareket edebilmesi durumudur. Aynı zamanda hür yaşamak her bireyin hakkıdır. Kölelik ise bir insanın, başka birinin malı ve mülkü olmasıdır. Günümüzde kölelik gibi cahilce olaylar yoktur. Bu Türk toplumunun geliştiğini gösterir. Köleliğe alışan bir kişi hür yaşamaya rahatlıkla alışabilir ama hür yaşamaya alışan bir kişi ise köleliğe rahat rahat alışamaz. Bunun nedeni ise ikisi de çok zıt şeylerdir. Hür yaşamaktan köleliğe geçmek bir nevi rahatlılığının bozulması gibi bir şeydir. Hiçbir birey bunu asla istemez. Günümüzde hür yaşamanın önemi oldukça anlaşılmaktadır. Hür kişilerin sahip oldukları köle olan insanların sahip olamadıları şeyler olduğu için kölelik yapmayı kimse istemez ve kölelik yapmayı ayıplayacaklarını sanarlar. Her birey kurallar çerçevesinde kendi istediklerini yapmayı isterler. Hür yaşamak derken de bunun sadece erkeklerle ilgili olduğunu kimse sanmasın. Kadınlarda hürdür, günümüzde Atatürk sayesinde kadın erkek eşitliği vardır. Kadınlar da çalışabilir. Hür denildiğinde sadece akla hür erkek değil hür kadında gelmesi gerekir. Yani hür yaşamaya alışan bir kimse köleliğe kolay kolay alışamaz. Her insan, hayatın güzelliğini, çirkinliğini, acısını, tatmak ister. Bu zamanıda bir insana bağlı olarak geçirmek istemez yani kölelik yapmak istemez. Her insan hürdür ve öyle kalmalıdır. İstisnalar olsa da her insanın hayatını yaşamaya hakkı vardır…





RANA NUR ARSLANLIOĞLU

BAĞIMSIZLIK VE KÖLELİK

Bağımsızlık, bireylerin ve toplumların hiç kimsenin boyunduruğu altına girmeden, kendi isteği doğrultusunda özgürce yaşamasıdır. Yapılan davranışları kısıtlanmamak, kimseye zarar vermeden özgürce dilediğini yapabilmek demektir. Kölelik bir insanın başka birinin malı ve mülkü olması demektir.

Türk milleti varlığının her döneminde bağımsız olarak yaşamış bir millettir. Bu durum hem toplum yapısında hem de bireylerin iç dünyasında boyunlara asılmış bir madalya gibi durur. Bu madalyayı taşıyan bir millet olarak gurur duymak, her Türk vatandaşının hakkıdır. Bu millet, bağımsızlığı yakalayana kadar çok mücadele etmiş gerek iç, gerekse dış güçlere karşı büyük savaşlar vermiştir. Ancak bağımsız olma güdüsü Türk ulusunun genlerinde vardır. Bu nedenle Türk milleti bu uğurda çetin mücadelelere girişmiştir.Bir Türk vatandaşı olarak bu bağımsızlığı devam ettirmek her Türk gencinin görevidir.Bugün ve yarın buna engel olmak isteyenler çıkacaktır. Bu güçler karşısında duvar olmak, bağımsızlılığı yitirmemek için canla başla karşı koymak gerekir. Mustafa Kemal başka ülkelerin boyunduruğu altına girmiş bir milletin zamanla tarihten silineceğini bilerek, "Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir" demiştir. Mustafa Kemal "Ya istiklal ya ölüm" ifadesiyle hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğini gösterdiği bağımsızlığı öylesine içine sindirmişti ki, "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyerek adeta onu kendisinin bir parçası haline getirmişti.

Arthur Schopenhauer der ki:”İnsanlarla uğraşmada üstünlüğe ulaşmanın tek yolu onlardan bağımsız olduğunuzu göstermenizdir.” Bu sebeple tüm dünya karşısında söz sahibi olmak isteyen toplumlar bağımsızlıklarını asla yitirmemeli, bu uğurda ne gerekiyorsa yapmalıdır. İstiklal Marşımızda yer alan "Ben ezelden beridir hür yaşarım,hür yaşadım." dizesinde de belirtildiği gibi; yüz yıllardır bağımsızlığa alışmış bir millet olarak köleliği asla kabul edemeyiz.




SENA KURNAZ

Özgürlük, insan denilen sosyal varlığın en önemli haklarından biridir. Bu nedenle özgür yaşamaya alışan bir kişi köleliğe kolay kolay alışamaz. Kaldı ki kölelik alışılacak bir şey değildir.

Köle, medeniyet öncesi oluşan toplumlardaki sınıf ayrımıyla ezilen alt sınıftaki kişilere verilen addır. İnsanın özgürlüğünün kısıtlandığı, bir şeyi yapmaya zorlandığı her an ve müdahale edilmediği her dakika içimizdeki insaniyet duygusunun öldüğünü varsayabiliriz. Özgürlük sadece birey için değil toplumlar içinde olmazsa olmaz bir husustur. Bağımsızlık konusunda her millet bizim kadar şanslı olmamıştır ve her millet bizim kadar şanslıda olmayacaktır. Özgürlüğümüzü, Türkiye bağımsız bir ülke olsun diye gözünü kırpmadan savaşan askerlerimize, onlara önderlik yapan ve içlerine özgürlük aşkını yerleştiren ulu önder
Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz.
Farkında olmadığımız ama elimizden alınsa sudan çıkmış balığa döneceğimiz birçok özgürlüğümüz var. Mesela kaç defa sokağa çıkabiliyoruz diye sevindik? Yada daha iyisi, kaç defa okula gidebildiğimiz için kocaman gülümsedik? Bunlar sadece bir iki örnek, bunlar gibi farkında olmadığımız birçok özgürlüğümüz var. Artık bir şeylerin önemini elimizden alınmadan fark etmenin vakti gelmedi mi? İmkânımız varken, sokaklar bizimken nedir bu içimizdeki eve kapanma isteği? Empati kurmayı deneyelim. Zaman ne kadar ilerlese de günümüzde yozlaşmış kabilelerde hala kölecilik bulunuyor. Sayısı az olsa bile bu üzücü durumun tamamen ortadan kalkması gerektiğine inanıyorum. Hatta belkide en ağır ceza özgürlük kısıtlayanlara verilmelidir. 

Kişi bağımsızdır ve bağımsızlığına engel olacak, köleliğe mecbur bırakacak her türlü duruma göğüs germek zorundadır.