23 Şubat 2016 Salı




Sevgili gençler, sizler için "45 Yaşıma Mektup" kapsamında yazılmış bir yazı paylaşıyorum. Keyifle,okumanızı dilerim. Görüşlerinizi paylaşırsanız sevinirim.


9-E GÜL ŞENİZ YÜKSEL

Sevgili 45 Yaşım,

Öncelikle senden, bu mektubu okumadan, mektubu yazdığın günü hatırlamanı istiyorum.Bir kahve al eline ve pencerenin önüne geç, tıpkı o günkü gibi. Şimdi başlayabilirsin okumaya. Yo yo sakın dolmasın gözlerin eskilerden sıcak bir tebessüm yerleştir yüzüne ve öyle oku bu mektubu çünkü bilirim duygusala bağlamayı çok seversin ama şu konuda eminim hala neşe dolu bir kadınsın. Umarım öldürmemişsindir içindeki masum çocuğu. Her zamanki içtenliğiyle saklıyorsundur onu.

Acaba kaç tane anı biriktirdin, yoksa unuttun mu oyunumuzu? Biliyorum kolay kolay unutmazsın. Yine de hatırlatayım sana. Hani kendini çok mutlu hissettiğin anlarda etrafına bakıp o anı unutmamaya sanki video çekermiş gibi beynine kaydetmeye çalışırdın hep. Kesin hatırladın ve o hallerin aklına geldi biliyorum. İçinden ne salakmışım diye geçirme, hala öylesin. Tamam bakma o ölümcül bakışınla sadece şakaydı. Peki ya okuldan eve dönerken yalnız yürüdüğün için uydurduğun oyunu hatırlıyor musun? Önünde yürüyen birini seçiyordun ve eve varana kadar yüzünü görebilirsen şanslı oluyordun, hatırladın mı? Yoksa kırk beş yaşında hala oynuyor musun bu oyunu? Güldürme beni kesin oynuyorsundur.

O cadı ne yapıyor? Evet, kardeşin olan, ondan bahsediyorum. Hala didişiyor musunuz? Yok ya o yaşta da mı yapmayın! Şu anda neredesin? Yurt dışında, turnede falan mı? Seni oyuncu bozuntusu! Küçüklükten beri hayalindi biliyorum, zorla kabul ettirmişsindir kendini konservatuara. Ne yapıp ne edip kazanmışsındır. Mutlusun değil mi, istediğin her ülkeyi geziyorsundur. Tamam babamla yani babanla yağmurda son ses müzik dinleyerek gezmenin yeri ayrı biliyorum ama beni kandırma gezmek çok hoşuna gidiyor değil mi? O hiç merak(!) etmediğin Eiffel Kulesi’ni bile görmüşsündür. Çok kıskandım şu an seni. Bu garip, ben burada mektup yazarken sen gez toz hanımefendi. Neyse içerlemiyorum, belki de bu mektup başlangıcın olacak senin. Ya da bir sır gibi sakladığın kimseye okutmadığın şiir defterin. Senarist olmayı da çok isterdin acaba onu da başardın mı ? Ne kurgular yapardın kafandan be!.. Uçsuz bucaksız hayal gücün, göz yaşların ve bir kalemle kendi dünyanı yaratırdın.
Çocukların da sana çekmiştir umarım. Tabii evde kalmadıysan. Gerçi beklerim senden. “Özgür ruhluyum , özgür ruhluyum!” derken yalnız kalmışsındır, derdim ama çocukları ne kadar çok sevdiğini bilmesem. Kendin gibi bir deliyi bulup evlenmişsindir de. Yoksa kim alsın senin gibi huysuzu. Çocuklarla aran iyi mi peki? Annene yaptığın ergenlik triplerini onlar da yapıyorlardır sana. Benim çocuklarım yapmaz deme, nasıl olsa annelerine çekmişlerdir. Klasik Türk annesi moduna girdin mi yoksa? Yapma ama bu hiç senlik değil terlik falan. Biliyorum öyle olmadığını latife ediyorum canım. Arkadaş gibi takılıyorsundur onlarla, hatta daha çocuksundur onlardan. Büyü artık Şeniz! Tamam bu dediğime bende inanmadım. Sen hep büyüklerle oturmak yerine çocuklarla oynamayı tercih edersin. Kim ne yapsın ki sıkıcı yetişkinleri, ancak dertleriyle boğsunlar birbirlerini. Ama çocuklar öyle mi, hayal güçlerinde kaybolur gidersin renkli dünyalara. Bir bakmışsın bir elinde bebek, konuşturuyorsundur onu. Küçük arkadaşlar derdin onlara hatırlıyor musun? Arkadaş gibi davranırdın,  gerçekten de onların yaşındaymış gibi. Yaşıtın olan  çocuklara geçin şurada uslu uslu oynayın derken sen çocuklarla oynar bir de onları kudurturdun. Enerji içte kalmamalı hem de çocuksan derdin. Hatta kimse ile paylaşmadığın çikolatanı bile paylaşırdın onlarla. Hala yiyorsun değil mi kutu kutu çikolata. Umarım çok kilo almamışsındır. Yüzün değişti mi? Şeklin şemalin? Yine umarım ki kırışık karşıtı kremlere paraları gömmemişsindir. Çünkü sen bilirsin güzellik içten gelir ve her gülücük, bir kırışık karşıtı kremdir. Bu arada biriktiriyor musun hala para? Ne kadar paran olsa da yine yaparsın bilirim. Her zaman kendini sağlama al politikası. Neyse o değil de çocuklarına da öğret zamanı geçmeden bunu. Belki unutmuşsundur diye söyleyeyim dedim. Israr ediyorlar mı onlar da senin gibi bana yeni telefon alın diye? Gerçi o zamanda ne teknolojik ürünler çıkmıştır. Bu kağıt parçasını bile unutmuş olabilirsin ama anlat çocuklarına bu kağıdı gösterip biz bunlara yazardık diye. Çekinme ya okut mektubun tamamını, belki o zaman anlarlar bir zamanlar senin de onlar gibi olduğunu. Gerçi  anlıyorlardır da bu da belgesi olsun işte. En azından bilsinler annelerinin hayallerini. Umarım “başarmış” bir anneyle karşılaşırlar. Bu arada size de bir not bırakıyorum çocuklarım: “Hayallerinizden hiç vazgeçmeyin, geçmişinizi de hiç ezmeyin.” Sizi çok seviyorum… Seni de deli kız! En azından kendini sevmek de güzel. Onlara iyi bak…

                                                                                                           

22 Şubat 2016 Pazartesi

Orhan Veli’nin “Yalnızlık “şiirindeki düşüncelerine katılıyor musunuz katılmıyor musunuz? Neden?


YALNIZLIK SENDEN DAHA ÇOK SEVİYOR BENİ
İnsanlar hep yalnız olmayı tercih edenleri kolaya kaçmış zannederler ama bilmezler ki asıl yalnız olanlar zorluk içindedir.Yani asıl sessizliği dinlemek zordur insanlar hep birilerine hasret yaşarlar.
Orhan Veli’nin de yalnızlık şiirinde belirttiği gibi insanlar hep kendisiyle konuşur bence de.Çünkü yalnız yaşarken  sessizlikten korkarak bir ses olsun isterler ve kendileriyle konuşurlar haklı yere.Ama başında onlarca insan bulunan bir kişi bu yalnızlığı anlayamaz.Kolaya kaçmış der ve bu olayı geçiştirir.Bilmez ki kolayı kendisi seçmiş.Zor olan bu olumsuz duyguların hepsini bir arada yaşamaktır.Yalnızlık insanlara daha çok değer verir,karanlık daha sıcak tutar insanları,ve bazı hayaller de insana mutluluk verir.Ama bazı insanlar da kalabalık içinde yalnızdır çünkü o insanlar hiç mutluluğu tatmamıştır.Yani ne kadar insan yanında olursa olsun o insanlardan hiçbirinin yanında olmamasıdır yalnızlık.Yalnızlığın daha birçok tanımı vardır aslında.Bazıları bu yalnızlığı tatmamıştır bile.Çünkü insanların değer verdikleri insanları üzmemeleri için sevgilerini belli etmeleri gerekir yoksa başka türlü mutlu olamazlar.yalnızlık bence iyi bir ders verir.Çünkü insan yalnız kaldığında sakin bir şekilde düşünür ve yaptıklarından ders çıkarır.Yalnızlığın hem iyi hem kötü yanı vardır.İnsanlar yalnız kalmayı da özlerler çünkü kalabalıktan bıkarlar.İnsanların yalnızlığı seçmesinin bir nedeni de kendini bulması ve kendine yönelmesidir.İnsanlar sürekli düşünmek ister.Yani düşünmenin en iyi yolu yalnız kalmaktır.Belki de yalnız kalmak insanların tek çaresidir.Aslında yalnız kalıp yalnız kalmayacağımızı karakterimiz belirler.

Yani yalnız kalmak bence bir ihtiyaçtır bu ihtiyacımızı karşıladığımız zaman artık buna ihtiyacımız olmaz başka şeylerle uğraşırız sadece ihtiyacımız olduğumuz zaman yalnız kalmak isteriz.Başka  bir deyişle yalnızlığı kullanıp atarız.Kötü gün dostumuz sadece yalnızlıktır.Yalnızlık budur ve sonsuza dek böyle olacaktır.

SEVGİ TONGUÇ 9/F

16 Şubat 2016 Salı

DENEMELER - MONTAİGNE



BERKAY ERCAN'DAN ANLAMLI BİR EVP YAZISI


KONU: Bir gün yaşadıysanız her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir,  başka bir gündüz başka bir gece yok ki. Güneş her gün battıktan sonra yeniden doğmaktan başka marifet gösteremez. Öyleyse bu dünyadan karnı doymuş bir çağrılı gibi gitmeyi bilin.

Yukarıdaki metni açıklayan bir kompozisyon yazınız.

                                     SON GÜN
               İnsanoğlu doyumsuzdur, bencildir, tutarsız ve hatta bazen de yalancıdır. Ayrıca sanki ölümsüzmüşüz, yüzleşmemiz gereken bir ecel ve bizi bir gün yanına çağıracak bir Azrail yokmuş gibi yaşarız. Sevdiklerimizi kırarak. Elimizdekilerin değerini bilmeyerek, her seferinde yeni hedefler doğrultusunda yönelmek ve asla az ile yetinmemek ise çok başarılı olduğumuz bir başka konudur.
           Herkesin görevleri vardır bu dünyada kimilerininki kolay kimilerininki zor, bazen zevkli bazen sıkıcı ama en zoru da bazen adaletli bazense hiç adil olmayan işlerdir bunlar.
         Kimse geçmişle barışmaz, kimse geçmişi silmez. Kin tutup intikam peşinde koşarız. Oysa her zaman unuttuğumuz temel bir nokta vardır. Yarınımız her zaman geri kalan hayatımızın ilk günüdür. Biz ise bunu umursamayarak yaşarız. Vurdumduymazlık yaparak yaşarız. Halbuki bilmeyiz ki aslında bir günümüz diğer günlerin yansıtıcısıdır.
          Sıradanlık biz istesek de, istemesek de bir gün bizi saracak. Er ya da geç olacak bu. Kaçamaz kimse. Hiç kimse. Ama biz insanlar bunu da önemsemeyiz, ölümsüzüz ya biz.
          İnsanoğlu adaleti bilmez, eşitliğe önem vermez. Herkes sadece kendini düşünerek yaşar bu hayatta. Başkalarını önemsemeden yaşarız hepimiz. Herkes bencildir bir nebze olsa da, kendimizin küçük bir yarası olsa bile yara bandını hemen kendimizde kullanırız oysa bilmeyiz ki yanındakine vermezsek eli iltihaplanabilir ve bunun sonucunda da elini bir daha asla kullanamayabilir.
            Biz insanlar doyumsuz varlıklarızdır. Bu hep böyleydi böyle de olacak ancak her gün yeni bir gündür eğer doyumlu olursak hayatın tadını alırız. Hayatın tadına bencil olmadığımız zaman varırız asıl…
   Hadi… Çık dışarı… Nefes al… Sanki bu alabileceğin son nefesinmiş gibi…
                                                                  Berkay Ercan 11 – D     81

15 Şubat 2016 Pazartesi

                                                 
Sevgili gençler, sizin için Berkay'dan anı-deneme kimlikli diye düşünebileceğiniz hoş bir yazı paylaşıyorum. (Bu arı gerçekten sınıfa girdi.)



   BERKAY ERCAN


    Dış Görünüş
  
    9 Ekim 2015
   
   Ses bilgisi özellikle biz YGS – LYS öğrencileri için ne kadar önemli bir konu. Bundan da ziyade iş hayatında ya da okuldan mezun olduktan sonra belki de hiçbirimiz matematikte, fizikte öğrendiğimiz formülleri kullanmayacağız ama dil bilgisi, dilimizi doğru ve güzel kullanmamız için önemli bir konu değil mi?
   
Bugün tam da öneminden bahsettiğim dersi, konuyu işlerken sınıfımıza bir arı girdi ve dersimizin odak konusu ‘ p, ç, t, k ’ ünsüzleri iken bir anda ‘ eşek arısı sokar mı? Sokarsa öldürür mü?  ‘ oldu. Bu konuda değinmek istediğim asıl olay şu: Hepimiz örümceklerden, arılardan korkarız ancak ben kelebekten ya da uğur böceğinden korkanı duymadım. İşte bu da şunu sorgulamama neden oluyor: ‘ Aslında önemli olan iç görünüş. ‘ lafı yalan mı?
   
Madem bu laf doğru o zaman bugün ki tepkimiz neydi? Sonuçta hepimiz hayvanların iki içgüdü ile yaşadığını bilecek düzeyde ve olgunluktayız. Savunma içgüdüsü ve hayatta kalma içgüdüsü. Sizin de bildiğiniz gibi bugün o arıya karşı defter ya da kitap savurmasaydık belki de sınıfımızdan çıkış süresi azalacaktı ama biz sınıfımızda ‘ eşek arısı ‘ olduğunu bildiğimiz için tereddüt ettik.
   Özetlemek gerekirse sizin tek bir soruyu kendinize sormanızı istiyorum. Sınıfımıza giren eşek arısı değil de bir kelebek olsa, tepkimiz aynı mı olurdu?    



AD-SOYAD:GÜL ŞENİZ YÜKSEL
SINIF:9-E
NO:

YALNIZLIK
Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Orhan Veli Kanık
YAZMA KONUSU:Orhan Veli’nin “Yalnızlık “şiirindeki düşüncelerine katılıyor musunuz katılmıyor musunuz? Neden?
Mesele Mühim Azizim
Yalnızlık, evet şu lanet sorun yalnızlık. Herkesin farklı yorumladığı yalnızlık. Kimine göre boş bir sokak , kimine göre mutsuzluk durağı. Peki bana göre;
O kadar çok ki bendeki tanımı hangisinden başlasam bilemedim. Hepimiz bir dönem tanışmışızdır yalnızlıkla ama beni sırtımdan vurdu yalnızlık. Üçüncü sınıfa kadar normaldi hayatım, hatta arkadaşları tarafından çok sevilen bir kızdım. Sınıfın zeki bir o kadar da şirin kızı. Benim kabusum dördüncü sınıfta başlamıştı. Ne mi oldu? Taşındık. Yeni okul ve yeni arkadaşlar. Kulağa ne kadar tatlı geliyor değil mi? Hiç öyle olmadı ama. Sevileceğimi sanırken ilk günden dışlanmıştım. Etrafımdakiler bana öcüymüşüm gibi bakıyorlardı. Arkadaş olmayı denesem de bir türlü kabul ettiremedim kendimi. Prenseslikten zavallı bir köylüye terfi etmiştim resmen. Hayat o zaman gösterdi bana çirkin yüzünü. Eve her geldiğinde beni bu okuldan alın diye ağlayan bir kız çocuğu düşünsenize. İşte o kız bendim. Annem zor sakinleştirirdi. “ Başka okula gitsen yine tanımadığın bir sürü insan olacak, bütün insanlar iyi değildir ki.” derdi. Haklıydı da. O zamana kadar herkesi kendi gibi sanan 9 yaşındaki bir kız çocuğuydum.
   O sene yalnızlık sayesinde çabuk büyümüştüm. Nasıl mı? Mesela siz hiç beden eğitimi dersinde oynayan sınıf arkadaşlarınızı kapı arkasından imrenerek izlediniz mi? Ya da sınıfta tek başınıza ağladığınız, sıralara derdinizi anlattığınız oldu mu? Benim oldu hem de çok oldu. Okula normal çocuklar daha çok arkadaşlarıyla vakit geçirmeye can attıkları için neşeyle giderler. Üçüncü sınıfa kadar bende öyleydim ama sonra okula gitmek benim için işkenceye dönmüştü. Tek arkadaşım kalem ve kağıttı. İnsan yalnızlığını gideremeyince nesnelere sarıyor anlayacağınız. İyi ki de yalnız kalıp bir şeyler yazmışım diyorum şimdi de. Yoksa şiir yazma yeteneğimi nasıl keşfedebilirdim ki? Yalnızlık öyle bir hastalık ki bazen vücudunuzu terk ettiğini sanıyorsunuz ama bir bakıyorsunuz hala orda. Korkutuyor yalnızlık, ağlatıyor, kötü hissettiriyor ama olgunlaştırıyor da. Hayata farklı bakıyorsunuz onun sayesinde aslında. Bir süre sonra ise korkutmuyor yalnızlık, ağlatmıyor ama hep kötü hissettiriyor be. Bir kuyuya itiyor sizi, yardım çığlıklarınızın kimsenin duymadığını sandığınız bir kuyuya. Oysaki etrafı insan kaynayan bir kuyu o. Bazıları taş atar o kuyuya, bazıları ise yardım halatı. Demişlerdir: “Yalnızlık Allah’a mahsustur. “ diye. Aslında doğru bir söz çünkü size yardım halatı uzatan birileri mutlaka vardır kuyunun etrafında.
Sabırlı insan işidir yalnızlık, bazıların ise tercihi. Ne demiş şair: “ Yalnızsan sağlamdır duruşun, yalnız değilsen mutluluk saçar gülüşün.” Herkesin gülüşünün mutluluk saçması dileğiyle…

AD-SOYAD: Dilara Gülbağlar
SINIF: 9-E
NO: 9

YALNIZLIK
Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Orhan Veli Kanık
YAZMA KONUSU:Orhan Veli’nin “Yalnızlık “şiirindeki düşüncelerine katılıyor musunuz katılmıyor musunuz? Neden?

KONUŞULACAK ÇOK ŞEY SUSTUK
Yalnızlık, kişinin sahip olduğu kitap sayısıyla ölçülebilen, tercih edilmiş bir uzak durma faaliyetidir, diye okumuştum bir gönderide. Fazla hafife alınıyor bence insanlar tarafından. Hep aynı cümle: “Yalnızlık Allah’a mahsustur.” Eğer gerçekten böyle ise, insanlar onlara ihtiyacım olduğunda nerede? Bunu kendilerine sorduğumda ise hep aynı cevap: “Ben yanındayım, yalnız hissetme.”
Üzülerek söylüyorum ki, yalnızlık “git” deyince gidecek bir duygu değil, akan kana “dur” dediğinizde durur mu? Ağlamadan önce boğazınızda oluşan düğüm gibi bir şey yalnızlık. Göz yaşlarınızı serbest bıraksanız gidecek aslında, ama bırakamıyorsunuz.
En kötü kısmı ise insanlar yalnız insanların yalnızlığı kendileri seçtiğini düşünüyor, ‘’tercih edilmiş bir uzak durma faaliyeti’’ örneğindeki gibi. Doğru değil, bizi buna mecbur bırakıyorlar. İki yaşında düştüğümüzde “acıyor mu?” diye başımıza üşüşürdü herkes. Sürmedikleri ilaç kalmazdı yaramıza. Zaman geçtikçe umursamamaya başladılar. Belki de kalbimizdeki yaralara ilaç süremeyeceklerini fark ettiler, bilmiyorum. Umursamamaları mı daha kötü, bir şeyleri fark etmeleri mi, onu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey söyleyeyim size, gecenin ikisinde yatağımda ağlıyorum ve sesimi duyan tek kişi benim. Anlayan tek kişi benim. Umursayan tek kişi benim. Herkesin bir gece iki ve öğlen iki kişiliği vardır ve insanların öğlen ikideki beni gece ikideki benle bir tutması gülünç geliyor. Ne kadar zavallılar…
Sorun bizde mi yoksa? Kitaplarında bir satır yer ettiğimiz insanlara kitap yazdığımız için mi yalnızız? Hani sorarlar ya, canın yandığında sevdiğine mi koşarsın sevenine mi diye, sevdiğimize koştuğumuz için yalnızızdır belki de. Sonuçta yalnızız, ve bizi anlamıyorlar. Anlayamazlar ki… Anlamayana yalnızlık anlatılmaz zaten, yalnızın cümleleri boşa harcanmamalı. Cümlelerini boşa harcarsa gece çöktüğünde kendisiyle nasıl konuşacak?

Binlerce cümle, on binlerce kelime daha yazabilirim aslında, fakat yalnızlığı anlatamam. Kısacası katılıyorum Orhan Veli'ye, çünkü "onların dünyası tozpembe, biz yalnızların ise göz altları mor."

12 Şubat 2016 Cuma

YALNIZLIK


Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Orhan Veli Kanık
YAZMA KONUSU:Orhan Veli’nin “Yalnızlık “şiirindeki düşüncelerine katılıyor musunuz katılmıyor musunuz? Neden?
YALNIZ HİSSETMEK
Ben Orhan Veli’nin “Yalnızlık” şiirindeki düşüncelerine katılmıyorum. Bu şiirinde yalnızlığı yanında kimsesi olmayan insanların hissetiği bir duygu gibi anlatmış. Bir bakıma doğru fakat ben bu düşüncesine katıldığımı söyleyemem.
Benim düşüncem yalnızlığın sadece fiziksel bir şey olmadığıdır. Yalnızlık insanın tek başına olması demek değil. En azından tamamen o değildir. Çünkü bir insan yanında binlerce kişi de olsa yalnız hissedebilir. Yalnızlık, yanınızdaki binlerce kişinin size olan yakınlığına ya da size olan önemine de bağlıdır. Evet tek başımıza olduğumuzda, konuşacak kimsemiz olmadığında hissettiğimiz bir duygudur. Fakat bu, yalnızlığı tamamen anlatmaz. Yanınızda onlarca arkadaşınızda olsa onlara değer vermiyorsanız ya da onlar size değer vermiyorsa yalnız hissedersiniz. Çünkü insan onun duygularına düşüncelerine önem vermeyen veya anlamayan kişilerin arasındaysa da yalnızdır. Eğer çok yaygın olan örneklere bakacak olursak, ergen dediğimiz genç grubu sürekli başkalarının onu anlamadığını ve bu koca dünyada yalnız olduğunu iddia eden bir gruptur. Onlara yalnız hissettiren şey başkalarının onları anlamadığını düşünmeleridir. Benim de dediğim gibi yanlarında bir sürü arkadaşları da olsa, aileleri de olsa yalnız hissediyorlar. Neden? Çünkü o kişilerin kendilerini anlamadıkları görüşündeler. Ve bana göre yalnızlık bunu da içeren bir duygudur.
Sonuç olarak şairin görüşlerine yukarıda belirttiğim nedenlerden dolayı katılmıyorum. Benim yalnızlık konusundaki görüşüm yalnızlığın fiziksel şeylerle alakası olmadığıdır. Yani sadece hiç kimsesi olmayanların anlayabileceği bir duygu olduğunu düşünmüyorum.

YALNIZ YAŞAM


YALNIZLIK
Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Orhan Veli Kanık
YAZMA KONUSU:Orhan Veli’nin “Yalnızlık “şiirindeki düşüncelerine katılıyor musunuz katılmıyor musunuz? Neden?

        Yazarın Yalnızlık şiirindeki düşüncelerine katılıyorum. Çünkü; insanın sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için mutlaka diğer insanlarla etkileşim içinde olması, her şeyden önemlisi bir aile kurarak yaşamını sürdürmesi gereklidir. Aksi takdirde yalnız yaşamak bireyin ruhsal, fiziksel ve yıkıcı sorunlar yaşamasına neden olur. Bazen insan elbette yalnız kalmak ister. Karışanı olmasın, istediği saatte eve girip çıksın, istediği saatte yatıp kalksın, yemek saatleri serbest kısacası özgür yaşamak, kafa dinlemek cazip gelir. Ama bir yere kadar, bir süre sonra bu yalnızlık kişinin psikolojisinin bozulmasına yol açar. İşte şiirde yaşananlar bundan sonra başlar.
        Orhan Veli Kanık’ın Yalnızlık şiirinde yalnızlığın verdiği korkuyu, yalnız kimselerin yaptıkları, düştükleri halleri, bir insana, bir arkadaşa muhtaç olduklarını anlatmıştır. Konuşacak kimsesi olmadığı için aynalara bakarak aynalara bakarak kendisiyle konuşacak duruma gelmesi, yalnız yaşamayanların ise hiçbir zaman yalnız yaşayanları anlayamayacağını, yalnızlığın ne kadar zor olduğunu tekrar tekrar dile getirmiştir.
        Yalnız yaşam; kaygı, endişe, içe kapanıklık, mutsuzlukla birlikte bir takım korkuları da beraberinde getirir. Bazı insanlar yalnız yaşamayı kendi tercih eder. Ama bazen de eşi ölmüştür, eşinden ayrılmıştı ya da kimsesi kalmamış mecburen yalnız yaşaması gereken kişiler de vardır. Özellikle yaşlı olup yalnız yaşayan kişilerde hastalanırsam kim bakacak? Ölürsem ne olacak? Gibi endişeler onları daha çok ruhsal sıkıntıya girmesine sebep olur.
        İnsanlara en zor gelen uygulardan birisidir yalnızlık. Yalnızlık ancak ve ancak Allah’a mahsustur. Allah kimseyi yalnızlıkla sınamasın. İnsanların yalnız yaşam sürmeye çalışması çok zordur.

10 Şubat 2016 Çarşamba

KARALANMIŞ BEYAZ Hayat öyle bir şey ki bize gösterdiği her şeyin aslında çarpıtılmış bir görüntüden ibaret olduğunu en başta anlayamamamızı bir şekilde sağlıyor. Süslüyor püslüyor, içinin de öyle olduğunu düşünmemizi zorlanmadan sağlayabiliyor. Bunun karşıtı olarak bir şeyin dışını karalayıp, kirlenmiş şekilde göstererek içini görmek istemediğimize ikna ediyor bizi. Kitabı kapağına göre yargılıyor, sırf başkaları birkaç bir şey söyledi diye okula gitmeden derslerden korkabiliyor, tanımadığımız insanlar hakkında kendimizden emin bir şekilde atıp tutabiliyoruz. Gördüklerimiz ve duyduklarımız bizi kör ve sağır ediyor. İşte burada ön yargının yüzeysel kölelerine dönüşmüş oluyoruz. Neden bu kadar kolay yargılayabildiğimize gelince, bu insanın doğasında var. Çünkü insan, anlamlandıramadığı şeyden korkar. Garip, tuhaf, değişik kelimeleri aslında çözülememiş olanı ürkeklikle anlamlandırmaya çalışılırken ortaya çıkmış, anlamı değişken olup, bazen kötüye yorulabilen sözcüklerdir. Fakat insan çoğu zaman garip kelimesini yakıştıracak olgunluğa sahip olamayabilir. Çünkü kendisinden farklı şeyi dışlamak kolaydır. hem kendisini anlamak için zorlamamış olur hem de onu dışlayabilecek güce sahip olmak, olduğunu düşünmek kendini iyi hissettirir. Kötü yakıştırmalarını ya da ‘’farklı’’ya olana çirkin bakış açısını diğer insanlar arasında yavaş yavaş yayarak farklı’yı dışlar. Bir de dışlananın dış görünüşü insanlarda tedirginlik hissi uyandırmaya müsaitse, o şey veya kişi kolayca yabancılaştırılmış olur. Vücudundan dışlanır, düşüncelerinden, zevklerinden dışlanır. Sonunda korku saçan bir varlığa dönüşür. Hiçbir şey yapmadığı halde yanlış anlaşılır. Bu oldukça trajik bir olay olmasına karşın herkesin yaşatıp, yaşayabileceği bir durumdur. Şayet birisi uçurumdan atlayabilecek cesareti gösterirse denizin derinliklerinin masumiyetini görebilir. Bulanık suların beslediği çamurun ardında korkulacak bir şey yoktur ki! Asıl korkulacak olan insanı çamurun kötü olduğuna inandırandır. ‘’Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler. Görünürle ilgilendiler, içeriğine bakmadılar. Oysa aynı kiri barındıran siyah aklanmıştı daha tehlikeliyken.’’ DAMLA ATAŞER 9/A

KURUTULMUŞ FELSEFE BAHÇESİ - SALAH BİRSEL

Konu: AŞK BİR GÖSTERİ MİDİR?
     SADE SEVMEKTİ MÜHİM OLAN
       Aşk bir gösteri midir? Tabi ki değildir . Çünkü aşk gerçekten yaşanması gerekilen eşsiz bir duygudur. Ne anlatılır, ne de eleştirilir. İnsan acı çeker, aşk yüzünden çok acı çeker bile bile. Koca dünyanın içinde sadece âşık olduğun insan varmış gibi gelir.
        Şöyle ki insan âşıkken çok değişebiliyor. Fazlasıyla kabalaşıp düşüncesiz olabiliyor. Saçma sapan cümleler sarf edip hayatını mahvedebiliyor. Unutabiliyor bir anda her şeyi, sevdiğini, bütün yaşanmışlıkları.Ömrünü adadığı insanı bir anlık gurur yüzünden  bırakabiliyor . Harap ediyor duygularını. Acı çeke çeke devam ediyor hayata. Boş ve anlamsız yaşamasına rağmen, geri dönmeye çekiniyor. Kimin yüzünden olursa olsun çabuk unutuyor. Karşındakine bakıp bu benim âşık olduğum insan demiyor. İnsanlar yükledikleri resimlerle, video  ve bunlara benzer birçok şey sayesinde  sanki dünyada  sadece onların aşkı varmış gibi davranıyorlar. Oysaki aşk bana göre iki kişinin arasında yaşanması gereken özel bir paylaşımdır. Aslında onlar kendilerine güvensiz, sevgiye aç insanlardır  bana göre.Çoğu kez  âşık olmuş iki insan birbirlerini hiç  vazgeçmeyeceklerini ve çok sevdiklerini dile getirip her zaman ömrüm,sonum,tek gerçeğim,son aşkım tarzı kelimeler kullanıp bir ay veya daha fazla bir süre geçtikten sonra başka biriyle  mutlu, evli veya birlikte olduğunu görürüz
       .Gösteriş değildi aşk. Gurur değildi. Acı çekmek hiç değildi. AŞK sevmek, emek vermek, en önemlisi de gözlerinde o sıcaklığı hissetmekti

                DİLAN AKAY 10-E

AGK CLASSOF2017: 11-D DENEMELER(MONTAİGNE)

AGK CLASSOF2017: 11-D DENEMELER(MONTAİGNE): KONU: Bir gün yaşadıysanız her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir, başka bir gündüz başka bir gece yok ki. Güneş h...

9 Şubat 2016 Salı

10 / E SINIFI MÜNAZARASI

                                      10 / E Sınıfı Münazarası

Tez : İnsan hayatını şekillendirirken severek yapacağı işi seçmeli 
Grup: Dila Eker , Selin Adıgüzel , Burak Altunsöz , Sertan Yıldırım 

Antitez: İnsan hayatını şekillendirirken para kazanacağı işi seçmeli
Grup: Eralp Ali Zeydan , Taha Görkem Diler , Orhun Kaan Şendur , Batuhan Güven


KAZANAN ÇIKMAMASINA RAĞMEN YONCA İNCEKALAN HOCAMIZIN BAŞKANLIĞIYLA ÇOK ZEVKLİ , ÇEKİŞMELİ BİR MÜNAZARA OLDU . HER İKİ GRUP DA HARİKA SAVUNDULAR . TEZ GRUBUNDAKİ SERTAN'IN OLMAMASI BU MÜNAZARAYI PEK ETKİLEMEDİ . TEZ GRUBUNDAKİ ÜÇ KİŞİ DE HARİKA BİR SAVUNMA YAPTILAR . HER İKİ GRUBU DA TEBRİK EDİYORUM . HARİKA BİR MÜNAZARAYDI .








11-A DENEMELER

ARDA AKÇAM

Yaşanılan Günün Değeri
        Gün, halk dilinde yirmi dört saate karşılık gelen zaman dilimidir. Bu bütün canlılar için geçerlidir. Her gün geçtiğinde canlılar ölüme daha da yaklaşır. Bazıları bunu kabullenmek istemez, bazıları ise bunu kabullenir.
     Ünlü deneme yazarı Montaigne'e göre ölümü kabullenmek gerekir. Ona göre bütün günlerin aynı amacı vardır ve bu amaç insanları ölüme yaklaştırmaktır.  Bu durumda insanların görevi vardır. Bu görev her günü dolu dolu yaşamak ve geriye anılacak birikimler bırakmaktır. Hiçbir etkisi olmayan gün olmaz. Bütün günler canlılar üzerinde etki bırakır. Ölüme yaklaşılan her gün canlıları değiştirir.
      İnsanlar ölüm kaygısında olmak yerine ölüme giden yolu dolu dolu yaşamalıdır. Hayatın tadını çıkarmalı ve  her günün değerini bilmelidir. Ölüme kaygı ile yaklaşmak insanın anı yaşamasını engeller. Bu durumda ölümü düşünmemek gerekir. Ünlü ve zeki papağan olan Alex yaşamının sonunda şu sözleri söylemiştir: "Zamanım geldi, sen iyi birisin, seni seviyorum." Bu papağan ölümü kabullenmiştir ve son sözünü söylemiştir. İnsanların da böyle yapması gerekir. Hayatın bitimini bir sap gibi beklemektense hayatın anlamını çıkarmalı ve onu yaşamalıyız.
      Her türlü felsefi ve bilimsel düşünce bilgi birikiminden oluşur. Bunun anlamı herhangi bir insan tarafından yapılan veya düşünülen kavramlar ilerideki hayatı etkiler. Böylece her insanın gününü değerlendirmesi bütün toplumları etkileyecek bir etmen olabilir. Sanat ve tarih de bunun gibidir.  Çoğu sanatçının geçmiş zamanda oluşturulmuş eserlerden haberi vardır.
        Hayatı ölmek için değil yaşamak için yaşamalıyız. Sonumuzun ne olacağını bilip ona göre davranmalıyız. Herkesin sonu aynıdır.
       
BENGÜNUR BAŞ
  Sadece İleri Butonuna Tıklayabilirsiniz
    Bir günü diğerine eşit olan zarardadır demişler zamanında peki gerçekten öyle midir ki ? İki gününüzün aynı olmasının size ne gibi zararı vardır ki ? Hepimiz 24 saat yaşıyoruz bir günü kimse 1 saat fazla ya da eksik almıyor zamanından .Bİll Gates ile eşit haklara sahipsiniz bu konuda her ikinize de 24 saat verildi her gün . Fakat baktığımızda hangimizin bunu daha iyi kullandığı aşikar . Peki neden Bill Gates bizden daha başarılı oldu ? Zamanını yani günlerini bir diğerinden daha verimli geçirmeyi günü tam verimle yaşamayı başardığı için . Peki bu nasıl oluyor ?
     Biz günümüzü ya da günlerimizi sonuna kadar yaşamıyor muyuz ?Maalesef ki size yazıyı gönderdiğim tarihe bakarak da bu cevaba ulaşabiliriz . Örneğin ;öğrenci Teslim tarihinin son günü ödevi teslim etti  . Bu öğrenci belki düşük not almayacak ama zamanını ödevi erteleyerek verimsiz kullanmış oldu . Bİr sonraki gün yaparım, yok diğer gün diyerek  .
      ERTELEMEK . Günlerimizi dolu yaşamamamızın sebebi hayatımızı ertelemek tıpkı her sabah alarmlara yaptığımız gibi. Onları erteliyoruz fakat bilmiyoruz ki ertelediğimiz şey KENDİMİZ .Yataktan kalkıp yapacak onca şey varken- örneğin:dünyayı kurtarmak ,kansere çözüm bulmak ,açlığı sona erdirmek - . BİZ HEP ERTELEDİK . 5 dakika daha . Ama o 5 dakikalar bir gün muhtaç olduğumuz kelebekler haline gelecekler .Kelebeklere basıyoruz sürekli . O kelebeklerin hayatımızdaki etkisini KELEBEK ETKİSİNİ göz ardı ederek .
Konunun başında Bill Gates’ten bahsetmiştim aynı süreyi alıyoruz bir gün diye aklınıza şu gelmiş olabilir Bill 60 yaşında ve halen hayatta.Bu 20 yaşında ya da 30 yaşında oyunu bitirenler için adil olmadığını düşünebilirsiniz fakat bilmelisiniz ki kimsenin yarın yataktan sağ salim uyanacağı kesin değildir .Bu nedenle ….
Hayatı dolu dolu yaşayın .Pişmanlıklar ve keşkeler olmadan.
 
ALP ÇALI
Yaşam Ve Ölüm
               Evren bir düzen içindedir, bir döngü içindedir. Kimileri bu düzeni tasavvufla, kimileri kuantum fiziğiyle, kimileri ise felsefi görüşlerle açıklamaya çalışır. Evrende insani algıların çok daha üstünde enerji döngüleri bulunduğunu düşünmekteyim. Montaigne’in denemeler kitabında da dediği gibi biz bu enerjinin aktarıldığı bir basamağız. Doğumla ölüm arası olarak tanımlanan yaşam, sadece bu basamağın daha somutlaşmış ve insani düzeye indirgenmiş şeklidir. Nasıl doğarken yeni bir basamağa çıktığımıza üzülmüyorsak, ölürken de eski basamağımızı geride bıraktığımız için üzülmemeliyiz. Çünkü önümüzde her zaman yeni bir adım atmak için alanımız, yeni bir basamağımı olacaktır.
               Evren bir oluş içindedir. Sürekli eski şeyler yıkılıp yerine yeni şeyler inşa edilir. Ancak enerji hiçten var, vardan yok olamaz. Yeni inşa edilen binalar eskilerinin döküntülerinden oluşmuştur aslında. Malzemelerin asla kaybolmayacağı gibi binalarında yok olması gibi bir durum söz konusu değildir. İnsan hayatı da buna benzer. Evrende zaten olan şeylerden şekillenir, biçimleniriz. Ve bu şekil zamanı geldiğinde bozularak öz benliğine geri karışır. Var olmak ya da yok olmak gibi fiilleri ise insanın doğumu ya da ölümü için kullanamayız. Biz evrenin bir parçasıyız. Hücremizdeki en küçük proteinden, saçımızın teline kadar tamamen evrenin bir parçasıyız aslında. İnsan yaşamı boyunca pek çok tecrübe edinir, pek çok kişiyle tanışır. Hayatının sonuna geldiği zaman ise bunu bir son olarak algılar. Oysa ölüm hem bir son hem de bir başlangıçtır. Zaten evrenin bir parçası olan insan, evrenin onu yok edeceği gibi bir hisse kapılmamalıdır. Evren de kendi kendine değişir ve şekillenir. İnsan da yaşamının sonuna geldiğinde bu sürece katılarak evrenle birlikte değişim gösterir.
               İnsan zamanı geldiğinde yapay zevkleri bir kenara bırakıp doğanın dengesine uyum sağlamayı kabullenmelidir. Zira arkamızda bıraktığımız yaşama üzülmek yerine içinde bulunduğumuz döngüyü anlamaya çalışmalıyız. Geriye dönüp baktığımızda yaşanılan güzel anılar, geçtiği için bizi üzmek yerine; daha güzellerinin yaşanabileceğine dair umut olmalıdır.

 
NEZİHE ÇELİK
YAŞAM  ÜZERİNE
 Hayatın geçiciliği şüphesiz olmasına karşın hangimiz bunu bilerek yaşıyoruz ki? Hangi birimiz karşımızdakinin bir gün ölebileceğini düşünüyor, hangi birimiz mutluluk için çaba harcıyoruz ki? Hangi birimiz biliyoruz bu dünyanın değerini? Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Gece olup başımızı yastığa koyduğumuzda ,fark edebiliyor muyuz ömür sermayesinden bir gün daha yitirdiğimizi?
 Hayat bizlere sunulmuş bir armağandır. Bu dünyada hayat bulmamız, varlığımızı devam ettirmemiz biz insanlara bahşedilmiş büyük bir ödüldür. Hepimiz bu hayata geldik, yaşıyoruz ve elbet bir gün bu hayata veda edeceğiz. Herkes uzun yaşamak ister ancak ne kadar uzun yaşarsak yaşayalım bu hayatın sonu mutlaka bir gün gelecektir.
 Hayat gerçekten çok kısa ve zaman su gibi akıp geçiyor. Daha dün gibi aklımızda olan anılarımıza şöyle bir göz attığımızda üzerinden ne kadar uzun zaman geçtiğini fark edip hayıflanıyoruz. Bu kadar kısa olan bir ömürde önemli olan unutulmayacak anılara sahip olmaktır. Bize verilen ömrü güzel ve başarılı işlerle geçirirsek ömrümüzün sonu geldiğinde bu dünyadan mutlu ve huzurlu şekilde ayrılırız. Hepiniz duymuşsunuzdur genel bir kanı vardır: Önemli olan uzun yaşamak değil, önemli olan güzel yaşamaktır.
 Bu hayatın nasıl geçtiği çok önemlidir. Hayatımızı güzel ve mutlu bir hale getirmek ise tamamen bizim elimizdedir. Biz mücadele eder, zevk aldığımız ve başarıya ulaştığımız işler yaparsak hayatımızı da dolu dolu yaşamış oluruz. Bu nedenle yaşamımızda her zaman bardağın dolu tarafından bakmalı ve bu dünyayı kendimize verilmiş bir armağan olarak görüp hakkını vererek yaşamalıyız.
 
KAAN İÇER
Yaşam ve Amaç
Yaşam her insana verilmiş bir değerler bütünüdür bence. Değerler bütünü derken kastettiğim yaşamın bir anlamının olmasıdır. Herkese göre yaşamın anlamı farklılık gösterebilir. Yedi milyar nüfus yedi milyar yaşam demektir. Ama tüm insanların yaşamda amaçladıkları ortak bir şey vardır, iyilik.
Her insan kendisinin başına iyilik gelmesini ister, bu amaç genelde herkeste aynıdır. Ve bu istek herkeste sürekli var olan bir istektir. Herkes başkaları için iyilik istemez, kendi için iyilik ister ve bu durum insanlık tarihi boyunca varlığını sürdürmüştür. İnsanın amacı da eğer kendi için iyilik istemekse ve bu amaç sürekli devam ediyorsa insan için aslında bir günün diğer günden farkı yoktur. Çünkü bizi biz yapan düşüncelerimizdir, amaçlarımızdır ve bu değişmiyorsa bizim için gün de değişmiyordur; sadece sıcaklık, hava durumu, siyasi olaylar, okuldaki ders konuları vs. değişecektir ama amaçlarımız sabit kalacaktır. Çünkü Kant’a göre beynimizde on iki kategori vardır ve bu tüm insanlarda aynıdır. Bundan dolayı amaçlarımız, dış dünyayı algılamamız ortaktır.
Amaçlarımız, içimizdeki öz düşünce aynıysa herkes bu dünyadan eşit miktarda sahiplenmelidir. Hiç kimse ben daha fazla almalıyım gibi bir açgözlülüğe kapılmamalıdır. Neticede her gün dünyaya ışık vuruyor, her gün ağaçlar oksijen üretmeye devam ediyorsa insan buna şükretmelidir ve kendini kimseden üstün görmemelidir, çünkü bu güneş ve ağaçlar herkes için vardır.
Sonuçta herkes açgözlü olmayı ve kendini üstün görmeyi bırakıp karnı tok bir şekilde bu dünyadan ayrılmalıdır.


 
 

 


 
 

 
9-C MÜNAZARA