9 Şubat 2016 Salı

11-A DENEMELER

ARDA AKÇAM

Yaşanılan Günün Değeri
        Gün, halk dilinde yirmi dört saate karşılık gelen zaman dilimidir. Bu bütün canlılar için geçerlidir. Her gün geçtiğinde canlılar ölüme daha da yaklaşır. Bazıları bunu kabullenmek istemez, bazıları ise bunu kabullenir.
     Ünlü deneme yazarı Montaigne'e göre ölümü kabullenmek gerekir. Ona göre bütün günlerin aynı amacı vardır ve bu amaç insanları ölüme yaklaştırmaktır.  Bu durumda insanların görevi vardır. Bu görev her günü dolu dolu yaşamak ve geriye anılacak birikimler bırakmaktır. Hiçbir etkisi olmayan gün olmaz. Bütün günler canlılar üzerinde etki bırakır. Ölüme yaklaşılan her gün canlıları değiştirir.
      İnsanlar ölüm kaygısında olmak yerine ölüme giden yolu dolu dolu yaşamalıdır. Hayatın tadını çıkarmalı ve  her günün değerini bilmelidir. Ölüme kaygı ile yaklaşmak insanın anı yaşamasını engeller. Bu durumda ölümü düşünmemek gerekir. Ünlü ve zeki papağan olan Alex yaşamının sonunda şu sözleri söylemiştir: "Zamanım geldi, sen iyi birisin, seni seviyorum." Bu papağan ölümü kabullenmiştir ve son sözünü söylemiştir. İnsanların da böyle yapması gerekir. Hayatın bitimini bir sap gibi beklemektense hayatın anlamını çıkarmalı ve onu yaşamalıyız.
      Her türlü felsefi ve bilimsel düşünce bilgi birikiminden oluşur. Bunun anlamı herhangi bir insan tarafından yapılan veya düşünülen kavramlar ilerideki hayatı etkiler. Böylece her insanın gününü değerlendirmesi bütün toplumları etkileyecek bir etmen olabilir. Sanat ve tarih de bunun gibidir.  Çoğu sanatçının geçmiş zamanda oluşturulmuş eserlerden haberi vardır.
        Hayatı ölmek için değil yaşamak için yaşamalıyız. Sonumuzun ne olacağını bilip ona göre davranmalıyız. Herkesin sonu aynıdır.
       
BENGÜNUR BAŞ
  Sadece İleri Butonuna Tıklayabilirsiniz
    Bir günü diğerine eşit olan zarardadır demişler zamanında peki gerçekten öyle midir ki ? İki gününüzün aynı olmasının size ne gibi zararı vardır ki ? Hepimiz 24 saat yaşıyoruz bir günü kimse 1 saat fazla ya da eksik almıyor zamanından .Bİll Gates ile eşit haklara sahipsiniz bu konuda her ikinize de 24 saat verildi her gün . Fakat baktığımızda hangimizin bunu daha iyi kullandığı aşikar . Peki neden Bill Gates bizden daha başarılı oldu ? Zamanını yani günlerini bir diğerinden daha verimli geçirmeyi günü tam verimle yaşamayı başardığı için . Peki bu nasıl oluyor ?
     Biz günümüzü ya da günlerimizi sonuna kadar yaşamıyor muyuz ?Maalesef ki size yazıyı gönderdiğim tarihe bakarak da bu cevaba ulaşabiliriz . Örneğin ;öğrenci Teslim tarihinin son günü ödevi teslim etti  . Bu öğrenci belki düşük not almayacak ama zamanını ödevi erteleyerek verimsiz kullanmış oldu . Bİr sonraki gün yaparım, yok diğer gün diyerek  .
      ERTELEMEK . Günlerimizi dolu yaşamamamızın sebebi hayatımızı ertelemek tıpkı her sabah alarmlara yaptığımız gibi. Onları erteliyoruz fakat bilmiyoruz ki ertelediğimiz şey KENDİMİZ .Yataktan kalkıp yapacak onca şey varken- örneğin:dünyayı kurtarmak ,kansere çözüm bulmak ,açlığı sona erdirmek - . BİZ HEP ERTELEDİK . 5 dakika daha . Ama o 5 dakikalar bir gün muhtaç olduğumuz kelebekler haline gelecekler .Kelebeklere basıyoruz sürekli . O kelebeklerin hayatımızdaki etkisini KELEBEK ETKİSİNİ göz ardı ederek .
Konunun başında Bill Gates’ten bahsetmiştim aynı süreyi alıyoruz bir gün diye aklınıza şu gelmiş olabilir Bill 60 yaşında ve halen hayatta.Bu 20 yaşında ya da 30 yaşında oyunu bitirenler için adil olmadığını düşünebilirsiniz fakat bilmelisiniz ki kimsenin yarın yataktan sağ salim uyanacağı kesin değildir .Bu nedenle ….
Hayatı dolu dolu yaşayın .Pişmanlıklar ve keşkeler olmadan.
 
ALP ÇALI
Yaşam Ve Ölüm
               Evren bir düzen içindedir, bir döngü içindedir. Kimileri bu düzeni tasavvufla, kimileri kuantum fiziğiyle, kimileri ise felsefi görüşlerle açıklamaya çalışır. Evrende insani algıların çok daha üstünde enerji döngüleri bulunduğunu düşünmekteyim. Montaigne’in denemeler kitabında da dediği gibi biz bu enerjinin aktarıldığı bir basamağız. Doğumla ölüm arası olarak tanımlanan yaşam, sadece bu basamağın daha somutlaşmış ve insani düzeye indirgenmiş şeklidir. Nasıl doğarken yeni bir basamağa çıktığımıza üzülmüyorsak, ölürken de eski basamağımızı geride bıraktığımız için üzülmemeliyiz. Çünkü önümüzde her zaman yeni bir adım atmak için alanımız, yeni bir basamağımı olacaktır.
               Evren bir oluş içindedir. Sürekli eski şeyler yıkılıp yerine yeni şeyler inşa edilir. Ancak enerji hiçten var, vardan yok olamaz. Yeni inşa edilen binalar eskilerinin döküntülerinden oluşmuştur aslında. Malzemelerin asla kaybolmayacağı gibi binalarında yok olması gibi bir durum söz konusu değildir. İnsan hayatı da buna benzer. Evrende zaten olan şeylerden şekillenir, biçimleniriz. Ve bu şekil zamanı geldiğinde bozularak öz benliğine geri karışır. Var olmak ya da yok olmak gibi fiilleri ise insanın doğumu ya da ölümü için kullanamayız. Biz evrenin bir parçasıyız. Hücremizdeki en küçük proteinden, saçımızın teline kadar tamamen evrenin bir parçasıyız aslında. İnsan yaşamı boyunca pek çok tecrübe edinir, pek çok kişiyle tanışır. Hayatının sonuna geldiği zaman ise bunu bir son olarak algılar. Oysa ölüm hem bir son hem de bir başlangıçtır. Zaten evrenin bir parçası olan insan, evrenin onu yok edeceği gibi bir hisse kapılmamalıdır. Evren de kendi kendine değişir ve şekillenir. İnsan da yaşamının sonuna geldiğinde bu sürece katılarak evrenle birlikte değişim gösterir.
               İnsan zamanı geldiğinde yapay zevkleri bir kenara bırakıp doğanın dengesine uyum sağlamayı kabullenmelidir. Zira arkamızda bıraktığımız yaşama üzülmek yerine içinde bulunduğumuz döngüyü anlamaya çalışmalıyız. Geriye dönüp baktığımızda yaşanılan güzel anılar, geçtiği için bizi üzmek yerine; daha güzellerinin yaşanabileceğine dair umut olmalıdır.

 
NEZİHE ÇELİK
YAŞAM  ÜZERİNE
 Hayatın geçiciliği şüphesiz olmasına karşın hangimiz bunu bilerek yaşıyoruz ki? Hangi birimiz karşımızdakinin bir gün ölebileceğini düşünüyor, hangi birimiz mutluluk için çaba harcıyoruz ki? Hangi birimiz biliyoruz bu dünyanın değerini? Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Gece olup başımızı yastığa koyduğumuzda ,fark edebiliyor muyuz ömür sermayesinden bir gün daha yitirdiğimizi?
 Hayat bizlere sunulmuş bir armağandır. Bu dünyada hayat bulmamız, varlığımızı devam ettirmemiz biz insanlara bahşedilmiş büyük bir ödüldür. Hepimiz bu hayata geldik, yaşıyoruz ve elbet bir gün bu hayata veda edeceğiz. Herkes uzun yaşamak ister ancak ne kadar uzun yaşarsak yaşayalım bu hayatın sonu mutlaka bir gün gelecektir.
 Hayat gerçekten çok kısa ve zaman su gibi akıp geçiyor. Daha dün gibi aklımızda olan anılarımıza şöyle bir göz attığımızda üzerinden ne kadar uzun zaman geçtiğini fark edip hayıflanıyoruz. Bu kadar kısa olan bir ömürde önemli olan unutulmayacak anılara sahip olmaktır. Bize verilen ömrü güzel ve başarılı işlerle geçirirsek ömrümüzün sonu geldiğinde bu dünyadan mutlu ve huzurlu şekilde ayrılırız. Hepiniz duymuşsunuzdur genel bir kanı vardır: Önemli olan uzun yaşamak değil, önemli olan güzel yaşamaktır.
 Bu hayatın nasıl geçtiği çok önemlidir. Hayatımızı güzel ve mutlu bir hale getirmek ise tamamen bizim elimizdedir. Biz mücadele eder, zevk aldığımız ve başarıya ulaştığımız işler yaparsak hayatımızı da dolu dolu yaşamış oluruz. Bu nedenle yaşamımızda her zaman bardağın dolu tarafından bakmalı ve bu dünyayı kendimize verilmiş bir armağan olarak görüp hakkını vererek yaşamalıyız.
 
KAAN İÇER
Yaşam ve Amaç
Yaşam her insana verilmiş bir değerler bütünüdür bence. Değerler bütünü derken kastettiğim yaşamın bir anlamının olmasıdır. Herkese göre yaşamın anlamı farklılık gösterebilir. Yedi milyar nüfus yedi milyar yaşam demektir. Ama tüm insanların yaşamda amaçladıkları ortak bir şey vardır, iyilik.
Her insan kendisinin başına iyilik gelmesini ister, bu amaç genelde herkeste aynıdır. Ve bu istek herkeste sürekli var olan bir istektir. Herkes başkaları için iyilik istemez, kendi için iyilik ister ve bu durum insanlık tarihi boyunca varlığını sürdürmüştür. İnsanın amacı da eğer kendi için iyilik istemekse ve bu amaç sürekli devam ediyorsa insan için aslında bir günün diğer günden farkı yoktur. Çünkü bizi biz yapan düşüncelerimizdir, amaçlarımızdır ve bu değişmiyorsa bizim için gün de değişmiyordur; sadece sıcaklık, hava durumu, siyasi olaylar, okuldaki ders konuları vs. değişecektir ama amaçlarımız sabit kalacaktır. Çünkü Kant’a göre beynimizde on iki kategori vardır ve bu tüm insanlarda aynıdır. Bundan dolayı amaçlarımız, dış dünyayı algılamamız ortaktır.
Amaçlarımız, içimizdeki öz düşünce aynıysa herkes bu dünyadan eşit miktarda sahiplenmelidir. Hiç kimse ben daha fazla almalıyım gibi bir açgözlülüğe kapılmamalıdır. Neticede her gün dünyaya ışık vuruyor, her gün ağaçlar oksijen üretmeye devam ediyorsa insan buna şükretmelidir ve kendini kimseden üstün görmemelidir, çünkü bu güneş ve ağaçlar herkes için vardır.
Sonuçta herkes açgözlü olmayı ve kendini üstün görmeyi bırakıp karnı tok bir şekilde bu dünyadan ayrılmalıdır.


 
 

 


 
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder